BAŞLIK BULAMADIM AMA GÜZEL BİR HİKAYE


En güzel hikayelerimden biri bu aslında. Niye bu zamana kadar paylaşmadıysam?  Vakti gelmemiş besbelli. Vakit=(zam)an uygun değilmiş herhalde. Olsuun. Bazen geç olur güç olmaz. Bazen güç olur, geç olmaz. bazen de hem geç olur hem güç. Ne demiş bilge? "Diyeceksinki niye? O yerinde öyle. . ."

Velhâsıl uzatmayalım da hikâyeye geçelim.  Sir Arthur Conan Doyle'un efsanevi roman karakteri gözlem ustası Sherlock Holmes'un "o kadın"ını anlatır sanki bir parça. Dedim ya; niye bu zamana kadar paylaşmadıysam? (Hala başlamadığımın farkındayım bu arada).

A.C.D.diyorki; “İyi bir gözlemci tek bir ipucuna ulaştığında sadece olanları değil, gelecekte olabilecekleri de görmelidir.” Yürekten katılıyorum. şerefli kelâmdaki 'basiret' denilen şey işte. Geleceği hissetmeyen ona dokunmayan hiç bir geçmişin ve gün(cel) eseri güzel olamıyor zannımca. 3G kuralı olmalı diyorum naçizane. Geçmişin, günün ve geleceğin aynı anda  olduğu zamana saf zaman deniyor ya. Yahut başka deyişle "an"; işte o hesap. . .

Bilir misiniz? 'Bazen bazı şeylerin hayali gerçeğinden çok daha güzeldir' diye bir laf vardır ya. . . Hayal edilmenin yanında hayal edenin kişisel beklentileri de işin içine katılır da o yüzden. Yoksa gerçek her zaman en yalın manada güzeldir. Acı da olsa güzeldir. Çünkü gerçek sevgiyi ancak ve ancak gerçekler test eder. Hayaller ve beklentiler değil. Yoksa şerhlerimizin olacağı çok nokta vardır; bazen kendi hayatımıza dair, bazense değ(dir)diklerimizin hayatına dair. . .

Çok uzatmayalım cancağzım. Biz geçelim hikâyemize; bu sefer gerçekten:


Orta yaş dedikleri bir yaşta, yürüdüğünde kafaları şaşkınlık ve hayranlıkla tekrar tekrar çevirtebilecek kadar güzellikte bir kadındı. Kendini bildiğinden beri spor ile içiçeydi. Spor, diğerleri gibi bir zorunluluk, bir özenti, bir moda değildi. Aksine; su içmek, uyumak, uyanmak, sohbet etmek, alışverişe gitmek ne ise; tam da o tandansta birşeydi spor onda. Atletik vücudu sporun eseri olsa da Tanrı vergisi güzellikte saçları, şampuan reklamı mankenlerine nazire yaparcasına dalgalanıyordu attığı her mağrur adımında. Postürünün düzgünlüğü bu işten anlayan herkesin dikkatini çekiyordu zaten öteden beri. Cesaretli olabilenler tedirgince de olsa bunu överek ve merak ederek sebebini bir çeşit güzelleme ile konuşuyordu onunla. O ise bu iltifata, yahut tespite o kadar aşinaydı ki insanlara gayet doğal olarak mukabele ediyordu. Çünkü ona göre bu konu iltifat olamayacak kadar normal birşeydi. Sebebi bilinmez; arkasından yürüyen bir erkek saçlarının dalgalanmasının hipnotize etkisine mi yoksa hayal gücünü zorlayan düzgün ve atletik vücuduna mı baksın, karar veremeyip çoklukla tökezliyordu.

İş dünyasının bu acımasız amazonu, içinde olduğu erkek egemen iş dünyasında kıvrak zekasıyla, hedefe kilitlenen sabırlı bir çita gibi enerjisini harcamaya her zaman değecek ve kaybetme riski en az olan sahnelerin başrol oyuncusu olmuştu. İster astı olsun, ister üstü; bükemediği bileği(ni) öpmek zorunda kalanlarla çevriliydi etrafı. Bunun çoğu kendi gücü, azı ise rekabetin korkutuculuğunda eğilenlerin çekingenliği. Ne istediğini ve hatta ne istemediğini bilen olgunluğu, yaşadıklarından mı yoksa yaşamak isteyip de olanca kabulü ile yaşa(ya)madıklarından mı geliyor bilinmez sırf bu duruşu bile ilgi çekmeye değerdi meraklı biri için. Kâh ezen, kâh sevecenlikle kapsayan bakışları güçsüzler için değildi. 'Dengimsen bakarım gözlerinin elifine' dercesine bir bakışı vardı. Erkek olsaydı adı sadece Mert olurdu herhalde. Ne olursa olsun, ama ne olursa olsun mertçe yaşıyordu hayatı tüm boktanlığına yahut onun bakışı ile olağınlığına rağmen yalansız, dolansız.

Mesleki şahikalardan çoktan geçmiş, gerek profesyonel hayatın gerekse sosyal çevrenin yahut diğer deyişle hayatın tabiri caizse highend'lerini yaşamış olmak onda ne bir kibir ne de bir çiğlik oluşturmuyordu ne hikmetse. Tevazusu gerçek değilmiş etkisi bile yapamayacak kadar doğaldı. Dalgalı mutedil ne demek bilen duruşu ile karşısında kim olursa olsun dengeyi sağlayan kütlede olabiliyordu. İletişim tahtrevallisinin oturduğu tarafında bu oyundan oyun eşinin keyif alacağı ağırlığı koyuyor; hatta bu denge oyunundan kendi aldığı haz bile dengeli oluyordu. Diğer oturakta bazen bir çocuk, bazen bir köpek, bazen bir erkek, bazen bir kadın yahut sıfatı ne olursa olsun bir insan olsa da o sanki bu oyunun kod yazıcısı oymuş gibi herdem taze değişimi ile ahengin adı olup çıkıyordu.
Öyle ki geçmişindeki onca mağrurluğuna rağmen sorgularının sonuna gelmiş bir şekilde eğilebilmenin ne demek olduğunu anlamıştı kodlarındaki izler sebebi ile. Hakkında anlatılan/anlattığı ilk gençliğine dair onca serserilik hikayesine rağmen hep bir çizgisi olmuş, bu çizgi uğruna birçok rahattan vazgeçme cesaretini göstermişti. Hayatı tahammüden yaşıyor, anlamak, anlamlandırmak için doğal olmayı seçmenin en doğru yol olduğunu kabul ediyordu. Korkaklık ne bilmeden, maskelerle değil sadece itidalle yaşıyordu. Aslında birçoklarının beceremediği bu doğal olabilme yetisi sayesinde güzel cemalinden daha anlamlı şekilde güzel insan olmayı biliyordu. Bilmenin öğrenmekten mi yoksa hissetmekten mi ya da bizatihi içinde olup yaşamaktan mı geldiğinin önemi yoktu. Gerçekten de güzel bir insandı işte; içinin güzelliği mi sıfatına yansıyordu, yoksa güzel sıfatının bir yansıması mı idi içinin güzelliği bilinmez.

"Sevgi sadece bir duygu mudur?" diye sordu adamın birine merak ederek cevabını içtenlikle. Kendinin bilip bilmemesinin önemi yoktu. Yahut bildiğinin anlamı yoktu elân. Çünkü anlamak, belki de anlamlandırmak istiyordu adamın/bir başkasının cevabını yalın cevap vereceğini umarak. Haylisini bitirmiş olsa da sor(g)uda olmaktı hayatı devam ettiren onda. Kendisi hayatını hep özgürce yaşamış, hesap vermek bir yana bağımlılık içeren hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Çıkışları hoyratça değil ama keskindi. O sebepten midir bilinmez; belki de keskin olmayan ama bir o kadar da kesin bir cevap arıyordu. Yahut cevabı bulabilmiş birini, kimbilir? İşte o yüzden samimiyetine şahadet ettiği/edeceği kişinin öz cevabını merak ediyordu.

Gözlerine bakarak cevap verdi adam da, kadının. Kelimelerin zihninden mi yoksa kalbinden mi dökülüyor olmasının ayırdında değildi. Olduğunca rahattı yani cevaplarken. Sebebi oldukça basitti bu rahatlığının. Adam bu kadından en ufak bir şekilde çekinmiyor, çekinmesi gerektiğini bile hissetmiyordu. Çünkü bunca tarz sahibi olmasına rağmen tarzı, adamda ne bir baskı ne de endişe yaratmıyordu. Daha önemlisi adam da benzer bir hayatı yaşıyor yahut yaşamıştı galiba. Sıraladı ardı sıra bildiklerini beklentinin tam karşılığı olarak; yalınca. . .

"Sevgi bazen sadece bir duy(g)udur.
Bazense bir düş(ünce)...
Bazen koca bir bedeldir, gelse de gitse de ödüldür bazen.
Kimi zaman sor(g)u, kimi zaman tam cevap.
Bazen susmak gerektirir, bazense haykırmak.
Kimi amaç bilir, kimi araç eder.
Keyiftir, huzurdur kimine. 'Alışmadık götte don durmaz' misali fazladır kimine.
Bir bakışa göre olmazsa olmaz, tersi görüşte olmasa da olur...
Ayna bilir biri, çal çal oyna eder diğeri.
Tamamlanası ihtiyacındır bazen. Bazense tamamladığın.
Çoklukla taa içeriden değ(dir)iştir. Gerektiğinde de uzaktan.
Kimi zaman (d)okuma, kimi zaman (d)okunma.
Sabırla gelir bazen. Egodaysan dar gelir.
Merhamet olur gelir büyük oranla.
Özen verdirir.
Oldurur çoklukla. Öl(dür)me nedir bilmeden yaşatır.
Çeperin kadardır. Sınırını ancak yeterliliğin sınırlar. Aslı sende saklı, faslı aleni...
Tıpkı iman gibi, tıpkı Tanrı gibidir yani. Andığın kadar/yerde vardır. İnandığın kadar büyüktür." dedi ve ekledi son cümlesini, duraksamadan; "cevap mı arıyorsun? Tek cevabı var ya da tek kaynağı...dön bak kendi özüne/ruhuna. Cevabı orada anıyorsan oradadır. Anmıyorsan da yolun uzun..."

Kadın, cevap karşısında kalakalmış bir şekilde durdu. Sadece bakanın görebileceği bir şekilde göz pınarında bir yıldız parladı. Gülümsedi istemsiz. Yutkundu da yutmadı hissettiklerini. . .

Sevginin hikâyesi, dolambaçlı olsa da bulmaca kitaplarındaki labirent bilmecesinin (tek) cevabı gibi; (en) doğru hikâyedir.

Sevgiyle 19

(Not: Görsel alıntıdır)



✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

KİMYAMIZ TUTTU.

Hep matematikten konuşacak değiliz ya; size bugün kimyadan bahsedeceğim. Nasıl bir şey olduğunu, hayatı (g)özlemek ile nasıl ilgili olduğundan dem vuracağım.

Çok uzatmayayım ve bodoslamadan gireyim konuya en iyisi.

Önce kimyasal bir reaksiyonun doğasını anlatayım; destur olsun, olmasın. Bir kimyasal reaksiyonda yüz birim başarı/doğruluk/verim için geçen bir süre vardır. Her bir birim eksiği (bile) verimsizliktir. Biz, verimsizliği kabul etmeyeceğimizi/edemeyeceğimizi şart olarak alalım. Burayı açmak gerekirse; yüz gram ürün istiyor olalım ve optimum olarak bunu sağlayacak kadar hammadde koyduğumuzu hayal edelim. Ve gerek şart olarak ne bir artık ne de bir atık istemediğimizi hayal edelim eşzamanlı olarak.

%100 verim almak şart madem, işin %90'ı için geçen süre %10 iken, %10'u için geçen süre %90 kadardır. Yani, öyle bir yer vardırki, reaksiyon öyle bir hale gelirki yavaşlar, yavaşlar, yavaşlar ve artık süreç işlemez (gibi) olur. Tırmalarsın, karış(tır)ırsın, uğraşırsın; o kalan %10'u gerçekleştir(ebil)mek için. Oradan sonrası, aşırı emek ister. Sabır ister. İste(me)k ister. Aşk ister. İhtiras ister. Yürek ister. Can ister. Feda(kârlık) ister. Nasıl mı? Bir örnek ile anlatırsam daha iyi anlaşılacak sanırım.

Taksim Meydanı kadar kadın ve erkeğin bir arada olduğunu düşünün (ki bu kıymetliler reaksiyonumuzun molekülleridir). Her birine bir görev verdiğimizi düşünün (ki bu görev de reaksiyonun istediğimiz sonucu, ürünüdür). Kadınlara (onlara uyan) bir erkek bulmalarını, erkeklere de (onlara uyan) bir kadın bulmalarını görev olarak verelim. Hadi yine matematikten kaçamıyoruz madem; destek alalım bir kez daha. Meydanın yüzbin kişi aldığını farzedelim. Ve bu yüzbin kişinin tam yarısının kadın, diğer yarısınının da erkek olduğunu farzedelim. (Cinsiyetten bağımsız adam olmak konu dışıdır bu arada) Hani başta dedik ya; hedef amaç için optimum hammadde koymuştuk/koymamız gerekli diye. Bir kadına bir erkek, bir erkeğe bir kadın olmalı (tam da olması gerektiği üzere). . .

Görevi, herkes biliyor; orada oldukları andan beri. Ve dedik ki; "haydi eşinizi bulun. İstediğinizi/bütünlerinizi/(diğer) yarınızı bulun. Toplam sürenin % 10'unda elli bin kadının kırk beşbini,  elli bin erkeğin kırk beşbini diğer yarısını (rahatlıkla) bulur. Ancak asıl mesele kalan beşbinin diğer beşbini bulmasıdır. Daha da ileri gitmek istiyorum; konuyu iyice dramiteze etmek için.

Kalan beşbinin dörtbinbeşyüzü diğer dörtbinbeşyüzü ite kaka da olsa bulur. Bulur bulmasına da; o kalan beşyüzer var ya (elli binde beş yüz olanlar yani) etraflarında binlerce ama binlerce çift varken iyiden iyiye zorlanacaktır besbelli. Hadi, iyimseriz diyelim.  Ellerine bayrak verdik, navigasyonla lokeyşın verdik. Beşyüzerin dörtyüzellişerini murada erdirdik. Ancak kalan elli kadın ile elli erkeğin hali haraptır vesselâm. Yardıra yardıra hareket etseler bile, eşleri(ni) bulmakta aşırı zorlanacaklardır. Çoklukla pes etme eğiliminde olacaklardır. Bulmaktan ümitlerini keseyazacaklarıdır.

İşte buradan sonrası, enikonu emek, sabır, umut ve aşkın konusudur. Koca meydanın öte ucunda bile olsa ona uygun eşi bulmak isteyen mutlaka bulacaktır. Evet vakit alacaktır. Evet zor olacaktır. Ama ve ancak isterlerse bul(uş)acaklardır. Yılgın bir reaksiyon a(r)tığı olduğunu kabul etmezlerse olacaktır. Kadın yahut erkek, kendisine verilen ve dahi kendi hedefinin farkındaysa amacın olmasına engel yok; kendinden gayrı. Tıpkı hayat gibi yani. . .

'Kimya(mız) tuttu' deriz ya; işte burası hiç de tesadüf değildir. İşte burası, ister bilinçli ister bilincimizin de üstündeki yüksek kudretin (reaksiyoncunun) eseri olsun; çok özeldir. İster birinci saniyede olsun, ister sonuncu; kimyanızın tuttuğu kişi sizin eşinizdir/denginizdir/dengenizdir.

Unutmadan, seneler önce bir dostun bana dediği cümleyi hatırladım apansız. "Aramaktan vazgeçebilirsin, bulmaktan asla geçme"

Sevgiyle 19

(Not: Fotoğraf alıntıdır)

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌