YAŞLANDIĞINDA KENDİNİ SEVMEK (ÖZÜNÜ MÜ ZÜPER EGONU MU?)

Hani hepimizin hayatında vardır. Bilgeliği ile, sakinleştirici, ufuk açıcı, fark ettirici, örnek olucu özellikleri ile bütün olan insanlar(ımız) vardır. Bu kişi(ler) bazen bir babaanne yahut anneanne olarak tecelli eder. Bazen bir baba ya da dede olur girer hayatımıza. Nadiren bir dost, arkadaş olur, girer hayatımızın o en çok merak ettiğimiz mesele(ler)miz için. Yahut hiç mi hiç farkında olmadığımız ya da egomuz yüzünden farkında bile olmak istemediğimiz gelişime açık noktamıza değer(ler). Anneler pek olmaz bu profilde bizler için. Aslında olmaya en kuvvetli adaydır belki ama biz onlara bilge saygısı göstermeyiz pek. Nasıl olsa ne yaparsak yapalım severler, ne yaparsak yapalım er ya da geç onaylarlar. Daha doğrusu; yargılanmanın ve farkındalığın o acı ateşini pek hissettir(e)mezler o aşırı, anne olmadan anlaşılamayacak sevgilerinden dolayı. Sırf buradan bile bilmem kaç tane yazı çıkar ya, neyse.

Merakta olan, (g)özlemde olan mutlaka bu kişilerin dediğini en azından dinler. Anlamak için dinler; cevap vermek için değil. Bu kişileri dinlerken meraktayızdır. "Acaba nasıl bir kapı gösterecek kimsenin gör(e)emediği,  görmek istemediği yahut görüp de çok üstünde durmadığı?" diye aportta bekleriz. Hani Hacivat ile Karagöz'deki Hacivat'ın muhteşem muhabbet repliği gibi; "Ben konuşsam sen dinlesen, sen konuşsan ben dinlesem" dercesine cümlelerin, kelimelerin ve hatta eslerin, vurguların, mimlerin bile lezzetini almaya çalışırız; alırız da. . .

Diğer taraftan tüm dinle(me)diklerimiz; daha doğrusu kulağımızın duyduğu ama beynimiz ve/veya kalbimizin duymadıkları karşısında 'her şeyin olması gerektiği gibi olduğu' gerçeğine tutunuruz. Ancak, bu kelâm bir gerçek(lik) olsa da tam bir hâkikat değildir. Çünkü ne yaparsa yapsın, hangi duruş içerisinde olursa olsun olanlarla ilgili ne bir ders, ne bir sorgu, ne bir öz kınama içinde olamamış olan, şarkıdaki gibi 'öyle de güzel, böyle de güzel' diyecek ve gerçek potansiyelini ortaya çıkar(a)mayacaktır. Bununla ilgili acıtıcı da olsa bir seçim yapabilmek yerine hep 'keyfince seçimlere' yönelecektir.  Hâlbuki olması gerekenleri (iyiye/güzele doğru) değiştirebilme özelliği yüzünden insan, "insan" olur. Muhakeme yeteneği ve öz(ü)gür seçim yapabildikçe ve dahi bunların sorumluluğunu dürüstçe, cesaretle ve adaletle göğüsleyebilerek kâmil olur insan; bu özelliğini doğru(ya doğru) kullandığında. Hani burada Dertli Divani'nin dediğini anımsa(t)mak gerekirse; "Cahiller kendini aklar, kâmiller özünü yoklar" diyelim bir kez daha.

Ayrıca, "olması gereken olur (böyle iyi/böyle doğru)" demek bir savunma değil; daha çok, içinden çıkamadığı bir dertle cebelleşen dostun(un) gönlüne su serpilmesidir, o kadar. "Olması gerektiği gibi oluyor, hayır diyemedim, diyemem" "itiraz edemem" "ayıp olur, kırılır, kızar" demek, istediğin ve salt keyfince ataleti ile yaşadığının bir başka göstergesidir oysa. Çünkü insan gitmek için de, kalmak içinde bahane bulur. Ya da başka deyişle bir iş ve oluşta olmak için bir sebep mutlaka bulur. Ancak yanlışlanamaz o uhrevi öz, bilir aslında hata yaptığını. Sırf bu sebepten 'daha' yüksek sesli süper ego "merak etme ben seni hiç kırmam, üzmem. Ne istersen yaparım" der. Özü yok sayıp yüksek sesliyi başrole aldığında ise çok daha kıymetli değerleri yok sayarsın da bilemez olursun genelde. Bildiğinde (eğer bir şekilde bilirsen tabi) çok ama çok geç olur. Az aşağıda anlatılan anektoddaki gibi yaşlandığında kendini sevebilmek için (ki bu sevme şeklini de anlattım dilim döndüğünce) fırsatları kaçırmış olursun.

Çabada olmak dedim hep. Önemli olan budur, evet. Çaba, seçimlerini yaparken kişinin şaşmaz doğrusu olmalı zannımca. İyiye/güzele/doğruya/değerliye tüm nefsi duygulardan bağımsız yaklaşmaktır. Paradoks gibi gelecek ama değil; bazen de uzaklaşmak/uzak durmaktır. "Şu an böyle istiyorum" değildir mesela. Tabii ki çaba istekle doğru orantılıdır. İhtirasla değildir ama. Çaba da emek vardır, olmalıdır. Emeğin ise pratikle,  eylemle ilişkisi ise yanlışlanamamış bir gerçektir. Hâkikattir bile diyebiliriz; ahkâm kesmek gerekirse.

Adamın birinin şöyle bir repliği var; onu dinleyen birine. Dinleyen anladı mı, anlar mı bilinmez; şahsen de şahit oldum desem yalan söylememiş olurum.

"Bilirsin ben yıllardır insanlarıma kimsenin söyleyemediklerini söylemeye çalışan biriyim. Tamamen yaşlanana, enerjim, bu isteğim bitene kadar da hiç durmayacağım. Devam edeceğim ve insanları etkileyebildiğim sürece devam edeceğim. Çünkü bu benim en çok farkında olduğum sebebim. Mecburum; bazen bundan dolayı canım acısa da. Başka şansım yok. Üzgünüm ki senin de derin ve kendince kutsal sebebin için başka şansın yok. Bu sebebini bulup/bilip devam etmelisin. Yoksa yaşlandığında kendini pek sevmeyeceksin. Düşüneceksin. Eğer şunu söyleyebilirsen kendini daha çok seveceksin, öncelikle kendinle barış halinde olacaksın: Onu/bunu/şunu değiştirmeyi (en azından) denedim, çabaladım. Belki bazılarını değiştirdim, belki fark ettirdim, belki etkiledim. Balık bilmezse Hâlik bilir"

Kendi savunmasını yıllık, aylık, günlük ve hatta saatlik bazda yıkmak, yeni yeni isteklere/çabalara! yelken açmak değildir çaba. Çaba, tüm dünyaya rağmen doğrudan şaşmamaktır. Kavgayı, ölümü bile göze almaktır. Anlam(lam)ak için kendini eğmek, eğmek, eğmektir. "Hayır" denmesi gereken yerde demektir. Yukarıdaki nasihat veren adamın dediği gibi; er ya da geç bunu yapmayan pişman olacak, kocaman bir "KEŞKE" diyecektir. Basit bir "keşke"den bahsetmiyorum. "Neye rağmen ne yapmışım. İhtiyacım oldunu sandığım şey ihtiyacım değil, olmadığını sandığım ise tam da ihtiyacımmış" diyecek ve sırf bu yüzden kendini sev(e)meyecektir. Bu sev(me)me hali de genellikle "ben özgürüm, tam da istediğim gibi yaşı(yamı)yorum"dan farklıdır; anlayana.

"İstemiyorum ama yan cebime koy"culuk değildir kendini sevmek ve çaba. İstiyorum ama arkasında olduğumu sandığım/bildiğim/gösterdiğim bir değerimin kıymetini bu istememe rağmen vermezsem esas o zaman ben, ben olamam/olmamalıyım" demektir kendini sevmek ve çaba.

"Ağacı sev, yeşili koru, ayıyı öp" cümlesinin gizli öznesindeki etken kişi değil, bazen de edilgen olmak gerektiğini, her şeyin mâliki değil mensubu olduğumuzu bilmekten geçer çaba. "Amaca (yani yoğun olarak sahip olmaya) giden her şey mübahtır" en en en basitinden konformizmdir. Konformizme,  Kompradorluğa, Kabil olmaya, Kibirli olmaya, Küstah olmaya, Kaypak olmaya, Kendini bilmemeye, Kapitalizme ve onun aşıklığına, Kendini Kayırmaya, akıl ve vicdan karşısında Kaygan olmaya, Kıymetbilmezliğe, Kafir (gerçekleri yalanlayan) olmaya. . . lanet olsun, Hayır!

Sevgiyle 19

(Not: karikatür tabii ki alıntıdır.)


 

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yaparken:
1. Yaptığınız yorumun, mutlaka yazımla alakalı olmasına özen gösteriniz.
2. Yorumlarınızda yazım ve dil bilgisi kurallarına uymaya çalışın lütfen.
3. Konu ile ilgili olmayan sorularınız için İletişim sayfasını kullanınız.