UÇAKLAR, HAVAALANLARI VE HAYATLAR

Uçaktaki neşeli halinden pek bir esinti kalmayan kadın, indikten sonra tıpkı birçok insan gibi tedirginlikle doluydu. Nereden gelmişse gelsin, arkasında ne bıraktığının yahut ne yaşamışsa yaşasın artık önemi yoktu sanki. Tedirginlik artık had safhaya gelmiş bir an önce evine; ilkel benlikteki mağarasına gitmek istiyordu. Anlar dolusu güzelliğinin, güneş gibi parlamasının, sonsuz gökyüzünün sonsuzluğunun bir parçası olmanın yani ruhunu hissetmenin, önemi kalmamıştı artık. Çünkü uçak görece sağlam gerçekliğe tekerlekleri üzerinde de olsa inmişti. Halbuki hala ayaklar yere basmıyordu ama o bunun farkında değildi, ya da farkında olmak ne demek bunun farkında değildi. An itibariyle kah kıvraklaştıran, kah ruhu okşayan muhabbetin görece sonu gelmişti.

Bagajlarını beklemeye bile tahammülü yoktu, yani o derece. Ancak onca telaşesine ve gerginliğine rağmen şuurlu mu yoksa şuursuzca mı olduğu pek anlaşılamayan bir hareketle ruj sürmeye başladı dolgun ama solgun dudaklarına uluorta; kimsenin ona bakıp bakmamasını iplemeden, (g)özlendiğinin ayırdında bile olmadan. Belli bir süre önce hissettiği güzelliğini kaybettiğini düşünmüş olacak ki ruj ile fark edilir olmayı hayal etti sanırım. “Fark edilir olmak” ne demek; bu biraz ince çizgi sanırım. Kadın olsaydım tam bilirdim herhalde sebebini. Ya da tıpkı onlar gibi öyle de böyle de bilemem. Hep dediğim üzere bilir olduğumuzu sanmak ancak bileyazmaktır. Gerçeği kendinde gizli.

Havaalanları, inilen uçaklar bir an önce kaçılması gereken yerler galiba. İnsanlar bir şeylerden kaçarlarken Freud'yen tavırlar sergiliyorlar. Bıçak sırtı bir farkındalık anı mıdır; nefsin bir daha nefese dönemeyecekmiş gibi hissettiren ölümle kol kola yürüme yüzleşmesi midir, bilmiyorum. Belki de ilkel bir yakalanma korkusu mudur bu; sahip olduklarının ve/veya yaşadıklarının bir utançmışçasına algısı yüzünden? Yoksa tıpkı 'O'nun dediği gibi "insan nankör, unutkan ve inkarcıdır"ın sonucu mu acaba? Yani ‘bunu zaten tükettim, öyle ya da böyle geçti işte. Daha, daha, daha’ diyerek devamına bakalım düşüncesi midir? Bilemeyiz. Belki bileyazarız.

Başta insan olmak üzere tüm canlıların varlık sorgusu ya da hayati risk altında hissettiği anlarda iki türlü davrandıkları tespit edilmiş. Yani nefs'inin nef(e)ssiz kalacağını düşündüğü anlarda. Biri kaçmak, diğeri de savaşmak. Varlığını sürdürdüğü sürece hangi türlü davrandığı eleştirilemez. Ne savaşanın kaçanı, ne de kaçanın savaşanı yargılama hakkı yok. Çünkü her şey yüzde elli ellidir hayatta. Ya var, ya yok. Ya ölü, ya canlı. Ya seviyor ve (g)özlüyorsundur hayatı ve dahi bunun için savaşıyorsundur. Ya da (g)özlemeye değer (g)örmüyor ve arkana bakmadan hoyratça kaçıyorsundur. Bu ikisi arasındaki kesişme kümesi elemanı ise tıpkı makasın ortasındaki perçin gibi sapasağlam duran tek bir haldir: Yani kabul ve seçim anı. Tıpatıp olmasa da tipik olan bir şey bu. Ya paralel kalacaksın ya da sadece bir anda değip uzaklaşacaksın. Gayrısı detay.

Sevgiyle 19

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yaparken:
1. Yaptığınız yorumun, mutlaka yazımla alakalı olmasına özen gösteriniz.
2. Yorumlarınızda yazım ve dil bilgisi kurallarına uymaya çalışın lütfen.
3. Konu ile ilgili olmayan sorularınız için İletişim sayfasını kullanınız.