. . .EKMEK VE ÖZGÜRLÜK

Adı Kemal. Soyadı, otobüs yolculuğu için bilet alırken nidaya döndü. Ancak pek de hatırlan(a)mıyor ne gariptir. Soğuk bir sabah, otoban gişelerinin az ötesinde belli belirsiz bir çekingenlikle ama fazlası bir çaresizlikle el etmekte gelen geçen onca arabaya. İri yarı denebilecek bir vücut yapısına sahip. Pehlivan gibi derler ya o ölçüde. Elbiseleri eski değil. Daha çok, epeydir giyilmemiş gibi sanki. İri yarılığından mı, ak düşmüş sakallarından mı yoksa elbiselerinin karanlığından mı, ya da şehir insanın kendinden mi dış dünyadan mı kaynaklı korkularından mı bilinmez; alınmıyor bir eğreti arabaya bile. Hatta aldırılmıyor da denebilir. Görünmez insanlardan olmuş şu anlarında.

Önünde duran arabayı görünce duraklıyor. Emin olamıyor. İlave el hareketi gerekiyor arabanın kapısına hamle yapması için. O kocaman bedenin içinde bir serçe tedirginliği var gibi. Üşüdüğü pek belli değil. Ancak söylediği ikinci ya da üçüncü replikten sonra uzun ve zorlu bir gece geçirdiği aşikâr oluyor.

Kemal cezaevinden çıkmış. Memleketine gitmek üzere yollara düşmüş. Cebinde otobüs bileti alacak ve hatta belki de yiyecek parası olmadığından kâh yürüyerek, kâh otostop çekerek gitmeye karar vermiş. Bir gün önce çıkmış aslında mapus damından. Hiçbir araba durmadığı için hava kararınca merkezi bir yere geri dönmüş haliyle. Bir cami avlusunda geçirmiş uzun soğuk geceyi. Belki bebekliğinde bırakılmamış cami avlusuna ama kendi kendini orada yapayalnız bulmuş kundakta bir bebek gibi her saniyesini hissederken gecenin. Kemal pehlivan gibi. Atlatmış bir karanlık geceyi daha; atlattığı gibi dörtbuçuk sene kere üçyüzaltmışbeş karanlık ve yalnız geceyi. . .

Gülemez olmuş. Konuşamaz olmuş. Boynu bükük olmasa da ruhu bükük belli. Yola bakıyor sürekli. Bu gece ölmediğine şükreder gibi ya da. Arabanın hızlı ve sert hareketlerini hissediyor. Bunca zaman ölmedim. 'Özgür kalmış ve çocuklarımı görecekken tam bok yoluna gitmeyeyim' tedirginliğinde. Tirbuşonla çıkıyor ağzından laflar. Sordukça cevap veriyor. Sormadıkça derin sessizlikte; ancak bilenin anlayacağı şekilde. Müziği bile kapatman gerekiyor onu anlamak, duymak istersen. Neşeli çalsa şarkı bir türlü, hüzünlü çalsa başka türlü. Üstüne üstlük sesinin oktavı da o kadar ters orantılı ki cüssesiyle.

Biri altı, diğeri on yaşında iki bebesi var. Demek oluyorki en azından biri zar zor hatırlayacak onu; hele de bunca zamanın bedenine verdiği değişikliklerle. Olsun be. Eve varmak var, sılaya dönmek var. Onları tekrar kucaklamak var. Şunun şurasında kaç kilometre varki Denizli'ye. Varacak elbet. Bir gün eksik bir gün fazla. Varacak elbet ve o da yalnızlığına çare olacak evlatlarının. Mapustayken kendini boşayan, çocukları da devlet yurduna veren karısına bir tek kötü kelime dahi etmiyor. Edemiyor mu, etmek istemiyor mu, yoksa buna dahi takati kalmamış mı belli değil. Zor bela "onun için girdim" dediği yerden çıkmasını beklememesinin derin yaraladığını hissediyor insan; belli belirsiz yutulan kelimelerinden. Amcasının oğlunu yaralamak suretiyle girdiğini ekliyor hemen ardınan. Dahasını soramıyorsun bile. Yüreğin pare pare oluyor.

Sigarası yok. "Bir sigara alabilir miyim?" diye soruyor. Verdiğin paketi açmasıyla üç taneyi arka arkaya içmesi bir oluyor. Ellerinde, acemiliğinden kendi yaptığı belli olan iki küçük dövmeyi görüyorsun. Biri ying-yang sembolü; sağ elinin fleksör pollicis brevis kasının üzerinde. Diğeri ise sol elinin aynı yerinde; bu da kuş şeklinde. Felsefesi olan dövmeleri var. Kendi seçtiyse tam da hikâyesini anlatıyor bu iki dövme bile.

Ekmek ustası Kemal. Ekmek yapmış hep ekmeğini kazanmak için. Okuyamamış. Babası da ona bu mesleği reva görmüş. "Baba ahı aldım ben" diyor. Bir keresinde top oynamaya gitmiş babasının yardım isteğini reddederek. Babası da "inşallah bacağın kırılır" diye beddua etmiş. O gün kırılmış bir bacağı. O sebepten topallıyor biraz. Otobüs terminalinde mağrur ama yavaş yürüyüşünü görünce anlıyorsun.  "Baba ahı tutar, babalar ah etmemeli be !" diye ekliyor

"Acıktım" olarak cevaplıyor sorulan soruyu. Onca janjanlı yiyecek arasından açmayı seçiyor durulan benzincide. Zorla ilave ediyorsun torbasına üçer beşer daha. Çaylar da alındı kağıt bardaklarda. Simidin ucundan da paylaştık mı yeter bize. İşte şimdi yakılan sigara, sigaraya benzedi be.

Terminale de geldik. Yol da beklemez, yolcu da. Bir an önce varmalı Kemal evlatlarına. Ekmeğini kazanmak için en özgür, en güzel ekmeklerini yapacak. Velayetlerini alacak yavrucakların. Yurttan çıkartacak onları. Bayram sabahları yaşayacaklar. Şefkat kapıları olacak onların. Bunca dersten sonra dersini ezberlemiş. Yeni başlangıçlar zamanı artık. Pişmanlığın, ahlanmanın vahlanmanın değil çabanın kıymeti var.

Yirmisekiz numaralı koltuk bir pehlivan ağırlayacak bugün. Hasretteki bir baba ağırlayacak. Onca soğuğa, üşümüşlüğe rağmen alev alev çaba ve özgürlük derdindeki bir insan oturacak oraya. Şansı dönüyor artık. Kalabalık terminal yalnızlığını bile çekmeyecek. Kalkmak üzere olan otobüsünün olduğu terminalin arkasına doğru topallayarak yürüyen Kemal yüzünde şükürlü bir gülümseme ile uzaklaşıyor . . .

Sevgiyle 19

(Fotoğraf alıntıdır.)

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

BABA(LAR) VE ANNE(LER)



Bu yazıları, modernist dünyanın bize haylisi tüketimci bir kaygıyla bahşettiği iki gün hasebiyle yazmıştım; tek güne sığdırılamaz/sığdırılmamalı diye de şerh koyarak sürekli; tıpkı diğer özel günler için de aynısını söyleyerek. (doğumgünleri hariç tabii ki)

1900'lerin başında yaratılmış iki gündür. O yıllardan sonra anne ve babasını hatırlayanlar, onları kutsayan/kutlayanlar bu günlerden önce kıymetsiz mi olarak bakıyordu acaba? yahut diğer bir bakışla; bu günleri kutlama şerefine erişenler onların özel yerlerini daha mi iyi görüyorlar. Bir diğer bakış daha eklemek gerekse. Hem anne/baba olan hem de evlat olanlar aynı bakışı, davranışı mı (g)örüyorlar. Tek güne mi sığdırı(lı)yorlar yani?

Hem yazılara geçelim, hem de (g)özleyelim; yanımızda olsun ya da olmasınlar. . .

Baba. . .

Bir bebeğin ilk anlamlı seslerinden/kelimelerindendir; birbirini tekrar eden iki heceden oluştuğu için. 'Dede' ile kapışır bu manada. Hoş, dede de baba vekâletindedir ama ola(bile)n pek azdır. Bebekken kolay ve keyifliyken baba nidası, seneler geçtikçe ve dahi (görece) ağırlığı çöktükçe hayatın; o kolaylık ve keyifte söylenemez olur. Bunun sebebi de çokça bilinen ama zannımca yanlış olan bir motto yüzündendir:
"Anne şefkat/merhamet kapısıdır, baba güven kapısıdır."


Babaların (en azından anne gibi) şefkatli/merhametli olması/olabileceği beklenmez nedense. Halbuki iç dünyalarımızda tam tersini bekleriz bir çoğumuz bundan bihaber şekilde, ya da öyle alıştırıldığımız için. Bu kod aslında bizlerde bebekken vardır. Tıpkı çoğu saflığımızı katı büyüme/yaş alma yolculuğumuzda kaybettiğimiz gibi bunu da kaybederiz. En azından kaybedeyazarız. Hayatı azıcık da olsa (g)özlerseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız.

İstisnalar hariç siz hiç bir bebeğin korku, endişe, kaygı anında yani güven bunalımındayken "baba" diye ağladığını gördünüz mü? Anne sinesinde kendini tam güvende hisseden bebek, farklı bir şekilde ihtiyacı olduğu kıymetlilik arayışını, değeri, sevgi ve merhameti babada arar. Annede güvendeyse ve dahi eş zamanlı babada(n) merhamet ve sevgi duyuyorsa gayrısı hikâyedir.

Merhametli babalara, güvenen/güven veren annelere ihtiyacı var bu dünyanın. Ancak bu ikisi tarafından hemdem olarak yetiştirilen nesiller cennet yurdunu yaratacak sağlıklı bireyler olacaktır. Çünkü gerçek sevgi ancak tam da böyle hissedilir, yayılabilir olacaktır.

Kaç yaşına gelirse gelsin yatmak istediği halde babasının kucağına yatamayan, şefkatle saçını/sırtını okşatamayan, 'özgür ruhunun peşinden git, ne olursa olsun en azından ben arkandayım' d(iy)emeyen annelere sahip olanlar acı çekmekteler ve çekmeye devam edeceklerdir.

Baba(can) olabilmek için sevgi ile hemhal olmak gerek. Despotluk, dikte, ikinci, üçüncü, bilmem kaçıncı 'ben' yaratma ihtiyacı değil. Yedi kat ele (bile) babacan olan, mutlak ve karşılıksız sevgi ile yaklaşabilen ama bizatihi kendi oğluna/kızına beklentileri/katılıkları doğrultusunda ceberrut ola(bile)n babalar biliyorum, görüyorum. Anatomik baba(sı) olup olmaması önemli olmadan o ilk anlamlı hecedeki heyecanla baba denen/hissedilen erkekler/kadınlar da biliyorum.

Merhametli babaların en büyüğü Rab'ın(=babanın) tıpkı kendi şerefli kelâmına başlarken dediği ilk cümlesindeki 'sevgi ve merhameti sonsuz Allah'ın adıyla' yolunda/izinde olan babaların çoğalması niyeti ve dahi duası ile.

Baba(can) olan, kadın-erkek, yaşlı-genç kim varsa selâm olsun. Babalar günleri kutlu olsun.

Anne. . .

Babalar için yazdığım yazıya rağmen kelimelerin yet(e)mediği varlıktır. Herkeste anlamı denk ama farklı. Kimisi özler. Kimisi kızar, kimisi imrenir, kimisi ise hakkını verir. Dünya üzerindeki her dilde 'sevgi'ye en yakı(şa)n kelimedir anne. Çünkü beynin sağ tarafıdır. Sağ, diri, doğru, hakikate en yakın halidir, sevgi denen duygu anlatılmak istendiğinde.

'Analar çeker yükü, kimsenin bilesi yok'tur meselâ. Ayağının altı bile kıymetlidir hâlbuki.
'Yalnız senden medet umarız, yalnız senden yardım isteriz' diye söylenen sâlat kelamımızın tek istisnasıdır. Çünkü onlar "O"nun vücut bulmuş halidir şu sefil yaşantımızda kıymete dair ne kalmışsa aslında (ya da olması gerektir).

Bir sürü zaman ve yerde o tarifi yapılmaya çalışılan saf sevgiye integral hesapla en yaklaşık olarak anlam verenlerdir. Karşılıksız severler, ilk tekmeyi yahut vallahi bilmiyorum ilk değişi hissettikleri andan itibaren severler biteviye. . .

Anneliğin bizatihi kendisi nasıldır? Tatmadım/tadamam, bilemem ki.. 'Ya annenin olması?' diye sorsalar; onu anlatırım dilim döndüğünce. Çoğunun anlattığı gibi olur tabii ki; o bir melek(ti), o benim her şeyim(di), beni var eden(di), beni hayata hazırlayan(dı); benzeri bir çok tasvirle. Kadına bahşedilmiş, cennetten getirdiği bir özellik olduğunu tarif edebilirim okuduklarımdan, dışarıdan hissettiklerimden anneliğin.

Bozkırın Tezenesi’nin dediği gibi "analar insandır, biz de insanoğlu" misali insanlıkları kutsanmalı her ne koşulda olursa olsun bu hediyenin verildiği varlıkların. Kendinden vazgeçmek pahasına çocuğuna meyleden, onu değil kendini yok sayan yani tam bir sevgi ile sarmalayan gerçek kabulle/sevgiyle analık yapan insanların kıymeti hiçbir surette ölçülemez. Kendi gerçeklikleri doğrultusunda çocuklarına efendi değil, mihmandar olan, iyi mayasını aktaran, koruyan kollayan, insan(oğlu) yetiştiren tüm anaların elleri/etekleri öpülesi.

İyi ki bu makamı var etmiş. İyi ki bu makamın kanatlarını hissettirmiş bize. Anne olan, olabilme yeteneği olan, bunu hisseden, sevgiyi tartışmasız baştacı eden her ruha selâm olsun.

Olanlara, ol(a)mayanlara, olmak isteyenlere, hak edenlere, cennet azığı annelik duygusunu tada(maya)rak hisseden geçmiş/gelecek tüm kadınlar(ım)ın Anneler günleri kutlu olsun.

Bugün ise; yani bu yazıyı paylaştığım günde buradan bir öneri yapıyorum. 'Evlatlar Günü' de olsun o zaman. Sebep olsun o gün, evlatlara şefkat ve güven vermek için; bir güne dahi sığdırılsa, diğer günler umursanmasa da. Sözde değil, özde umursayanlara zaten lafım yok. En azından o gün eğil(ebil)sinler tanrıcılık oynadıklarına. İyiki varsın, iyiki senin annenim/babanım" desinler. "Kıymetini biliyorum ama gösteremiyorum işte, affet" desinler. "Annesi/babası (yanında) olmayanlara bakıp ne şanslıyım dediğin gibi evlatları (yanlarında) olmayanlara bakıyorum da; ne şanslıyım" diyebilsinler.


Sevgiyle 19

(Karikatürler tabii ki alıntıdır.)

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

HESAPSIZ, KURALSIZ SOR(G)ULAR


Para uğruna, güç uğruna, karizma uğruna, öne çıkmak uğruna, görece rahat uğruna izin verilen eyvallahları gördükçe çok daha fazla eriyor insan. Bunun için mi sattın hayatını, hâkikatini, öz(ü)gür ruhunu? Her şey senin konforun, sırça rahatın, doğrun için mi var?

Elbet göreceksin. Elbet anlayacaksın. Bu kibrin, bu kavganın, bu çakma isyanının boş olduğunu bileceksin.

Ne ucuz bir bedele sattığını bir bilsen hâkikatini. Sattığın bedelin aslında kâr değil, tam tersine kocaman ziyan olduğunu bir bilsen, ah bir bil(ebil)sen, ah!

Her şey olması gerektiği gibi olur tamam da; Hiç mi seçim derdin yok? Hiç mi sorgun yok? Hiç mi hayıflanman yok? Hiç mi pişmanlığın yok? Hiç mi utancın yok?

O kimsenin tetiklemediği, milyon tane sebebin olsa da hiç bir sebebe bağlı olmayan nurundan dökülen rafine sıvı, gözyaşının hiç mi hükmü yok?

Hiç utanman yok mu? Hiç çekinmen yok mu? Hiç sakınman yok mu? İyiyiyi, doğruyu, güzeli tarumar eden yıkımcı tarafına hiç itirazın yok mu? Hiç nefsini kınaman yok mu?

Bu ne kibir? Bu ne nobranlık? Bu ne küstahlık? Hiç akıl almaz mısın sen? Hiç ar etmez misin? Hiç eğilmez misin sen?

Kadir, kıymet, değer bilmez misin sen? Daha kaç kez gelecek dersler önüne? Daha kaç kez karanlık tarafa geçeceksin? Daha kaç kez egon uğruna aydınlığı reddedeceksin? Daha kaç kez (g)özünün önüne serileni (g)örmezden geleceksin?

İyiyi kötü yapmakta bu kadar mahir olmayı, kötüyü iyi yapmaya ne zaman çevireceksin?


Be hey uslanmaz kibirli? Be hey arlanmaz, ders almaz sefil; kıymeti(ni) ne zaman bileceksin? Her şey senin için mi yaratıldı? Tanrı mısın sen? Hayır denilemeyen, reddedilemeyen/reddedilemeyecek olan mısın?

Ne zaman acıyacak canın? Ne zaman acıyacaksın? Ne zaman acımasızlıktan arınacaksın? Zalimliği ne zaman bırakacaksın? Ne zaman affedecek, ne zaman affedileceksin?

Yaptıklarının sorumluluğunu ne zaman alacaksın bir erişkin gibi? Suçu sürekli dışarıya atmaktan ne zaman vazgeçeceksin?

Küfredilenin değerin olduğunu sanırken, asıl küfür sahibi olarak insanlığı küfür haline sokan, yalanlayan olduğunu ne zaman bileceksin?

Sen ne zaman ders alacak ve eğileceksin? Ne zaman anlayıp farkına varacaksın?...

Sahi, sen ne zaman utanacaksın? Ne saman sıkılacaksın? Ne zaman arlanacaksın?

'Ölüm-afet-kıyamet'ten biri gelmeden farketsen bari...Farkedenlerden olsan bari...

Sevgiyle 19

(İllüstrasyon alıntıdır)

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

(B)ANDIRA (B)ANDIRA...

Ne zaman salatanın ekşimtırak suyuna ekmek ban(dır)an birini görsem, hayran hayran seyrederim. Çocukluğumu hatırlarken apansız, kendimi alamam onu seyretmekten.

Çok var ama yine de çocuk olmanın en güzel an(ı)larından biri olsa gerek benim için; o lezzetin hissedildiğini bilmek. Doya doya, keyifle, tutkuyla ye(n)diğini görmek kocaman bir gülümseme kondurur suratıma ve bir selâm çakarım çocukluğuma.

Ekşiyi çok seven birini tanıdım geçmişte ve derdi ki; "diğer bütün tatlar ancak belli kısımlarla hissedilse bile ekşi, tamamıyla hissedilir tat almanın merkezi dilde. O yüzden de ekşinin yeri başkadır."

Tıpkı bir çocuk gibi önyargısız, sadece ne hissettiğini/istediğini bilen bir canlının kabul ya da değil diyeceği gibi. Ya seviyorsundur ya sevmiyor. Öyle ya da böyle tam yani. Ortası yok.

Sevgiyle 19

(Fotoğraf alıntıdır.)

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

SAYGI NEDİR SORAN OLURSA BENİM ADIMI VERİN !!!

Ben İstanbul (aslında Türkiye) insanıyım. Burada yaşayan (nefes alan ! ) kadınım, erkeğim, gencim, yaşlıyım.

Bazı özelliklerim vardır benim. Hep acelem vardır benim. O sebepten öncelik hep bende olmalıdır. Diğerlerinin önemi yoktur. Önemli olan sadece benim/ben olmalıyım.

Sabah aç olduğumda mesela; pastaneye, börekçiye ya da simitçiye  girdiğimde, en son ben gelsem de en öne geçerim. Çünkü benim açlığım kimseninkine benzemez. Aç olduğumda çok gergin olurum. Benden önce geldiğini ifade eden (buna cürret eden) olursa da ağzının payını veririm. O kim ki; alacağım poğaçanın onu haksızca beklettiğini düşünüyor? Ayrıca benim acelem de kimseninkine benzemez. Sadrazamın sol kulağından düşmüşüm ben.

Arabaya bindiğimde ise acelem iyice artar benim. Hele sabahsa. tahsil durumum ne olursa olsun ya da cinsiyetim; emniyet şeridini kullanırım. Orası benim için yapılmıştır zaten. Önümde yavaş gitmedikleri ve özellikle arkamda oldukları sürece şevkatliyimdir onlara. Bilirim, onlar da benim gibi seçkin insanlardır; diye düşünürüm. Diğerleri mi? Onlar enayidir. Eksik akıllı, eksik düşünceli ve eksik acelelidirler onlar. Yol mecburiyetiden veya anlayışsız ve beni tanımayan/bil(e)meyen polisler yüzünden sola gitmem gerekir bazen. İlkel insanların en sağ şerit dediği bu şeride geçerken bana izin vermeyen ve beni anlamayan saygısız insanlara gıcık olsam da tahammül ederim. Böylesine paylaşımdan yoksun, agresif, düşüncesiz insanları gördükçe canım sıkılır. Ama olsun. ben erdemliyimdir ve kabul ederim, kin tutmam. Pişmanlık nedir bilmem ben. Yolum budur.

Toplu taşıma araçlarında da varım ben. Oralarda benin önce binme hakkımı, oturma hakkımı engelleyen, gaspeden insanlar, yaşlılar görüyorum. Cesur, atak, zeki olmayıp güya saygı duyan, duyulmasını isteyen insanlarla da karşılaşıyorum. Az buçuk midem bulanıyor ama olsun. Bilgeyim ya ben; kabul ediyorum onları. 'Hey dostum, başka İstanbul yok' diyesim geliyor onlara. Sıraymış, ne sırası? Geçti o devirler... İlkokulda mıyız? Özgürüm ben, anladın mı? İstediğim yerden girerim. Senin sıran, beklemişliklerin, sanal sıra algıların beni enterese etmez. Kendine gel, tamam mı?...

Araç demişken; araca bindiğimde içinde bulunduğum aracı temiz tutmak benim tutkumdur. İçeride en ufacık kirliliğe/çöpe tahammülüm yoktur. Kül, izmarit, sigara paketi, meyvesuyu kutusu, sümüklü mendilim, ve hatta bebeğim olursa yanımda; onun kakalı bezini bile içeride/araçta tutmam. Çünkü o araç benim. Bana özel. Benim mülküm. Hem ben, temiz bir insanım. Müslümanım ben. Temizlik/paklık nedir, bilirim ben. Bunu da kimseden öğrenecek değilim zaten. Mesela kadın formundayken başörtüm vardır benim. Bu yeterdir bana ve yetmelidir tüm diğer insanlara. Ben yanlış yapmam. En doğru benimdir. Ayrıca tersi bir düşünce varsa da kimseden öğrenecek değilim. Çünkü mükemmelim ben; başımdaki bir metrekare kumaş yüzünden. Ayrıca binbir fatura bulup da kalan kârımla ödediğim vergiler sayesinde yollar temizleniyor. Para verdim, hizmet isterim. Efendi benim. Temizlesinler a canım. İşleri ne? hak etsinler. Yan gelip yatmasınlar.

Kültürlüyüm ben üstelik. Recep İvedik'in tüm serisini seyrettim ben. Onun samimi dışavurumculuğu beni derinden etkiliyor.

İstanbul (hanım/bey)efendisiyim ben. Klas konuşmalarım/duruşlarım vardır benim. En lüks yerlerden alış-veriş yaparım ben. Bu bile benim çok kaliteli olduğumu gösterir.

Dedim ya; küçük dağları ben yarattım, büyükler babamdan kaldı. Yeni gelsem de buralar benim sayemde kalite gördü. Yoksa İstanbul ne/kim ki?

Saygı nedir, sevgi nedir diye soran olursa benim ismimi verin. Zaten akan sular durur. Hâmili kart hesabı...


Sevgiyle 19

(Karikatür alıntıdır.)

Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌