TEST (TABİİ Kİ ÇOKTAN SEÇMELİ. YETERKİ SEÇ)

Karanlıkta olana bazen test yapılır, yahut şok hükmünde davranılır. Umulur ki ayılır. Umulur ki uyanır. Umulur ki aydınlanır, aydınlığa çıkar. Dost olarak, yolunda rehber olarak, mihmandar olarak fark etmesi istenilir. Bazen ayna olunur. Bazen hiç de savunulmayan bir görüş savunulur, söylemde olunur; ters köşe yapmak için ya da insanlığın varoluş sebebi olarak itiraz edebilsin de var olduğunu anlasın diye. Belki anlar, belki hisseder diye umut edilir. Ancak bilinirki ne kadar kapı gösterilse de gösterilsin; eğer bir insan o kapıdan geçmek istemezse geçmeyecektir.

Mesela "sen benim . . .im olamazsın" ve/veya hatta "utanmalısın" der. Yakıştır(a)maz onca kütlesine; sırf ona karşı (olduğunu zannettiği) bir fikir beyan edildiği için. "Emin misin?" "Yeterince anladın mı; dört başı mamur olarak?" diye sorulur, hissettirmeye çalışılır bu tepkisinin ve dahi bu düşüncesinin yersizliği. Dinlememiştir aslında dinlemek bile istememiştir layıkı ile; ne anlatanı ne de anlatılan(lar)ı ve o sebepten "eminim" der ya da öyle hissettirir. Özünde tanımamış, tanımak istememiştir bunu söyleyeni. Sevgi diye adlandırdığı, ancak sevgi ile uzaktan yakından bile alakası olmayan bir duyguyla bakmıştır meseleye; bulunduğu hâl gereği. Ve öylesine hırsla söylenmiştirki söylenenler bir çırpıda; bir an bile anlayamaz testte olduğunu. Yutkunamaz, yutamaz. Saniye bile bekle(ye)meden, içselleştir(e)meden çıkar ağzından, yüreğinden en ağır kelimeler; hoyratça, acımasızca, zalimce. Sorulsa sakinken; en kıymet veren odur. 'Kıymet vermek', 'anlamak' denince şahikadır onun kriteri. Bilmez, bilemez ama kendinin Tanrı, efendi olmadığını. Hoş, öyle zanneder. Bu duygusunu besleyenler hep etrafındadır çünkü. Yahut öylelerini tutar etrafında, sırf öyle davrandıkları için; samimiyetlerinden habersizcesine, ancak bunu da şaşmaz doğru(su) zanneder. Sonsuzlaştırmıştır kendini. Sonsuzlaş(tır)mıştır çoktan nefsi ile; hiç bir canlının sonsuz olamayacağı bu kadar kesinken üstelik. En en en karizmatiklerin, zenginlerin, bilgelerin, güzellerin, yakışıklıların mezarlarında beyinlerini, kalplerini böcekler yiyor ya da çoktan yemiş bitirmişken kendisinin bunlardan hariç tutulabileceği zannındadır. Bu hâlin yanlışlığını fark edip de bu yanlışlığı yanlışın sahibi arkasından "bence yanlış(tı)" diye dile getiren birine rastlanır apansız. Suratına söyleyememiştir ama söyle(r)miş, söyleyebilmiş gibi davranmak bir nevi onu pozisyonlandırır. Bunu bir tür menfaat edinir; yahut zaten huyludur böyle olmak. Burası da, o konuşanın sınavıdır, ama o da bil(e)mez testte, sınavda olduğunu.

Bazen anlatılır tane tane; hardal tanesi inceliğinde. İlmek ilmek, an be an, metaforların, benzetmelerin, mesellerin dibine vurulur. Çay tabağından girilir, denizden çıkılır da teker teker anlatılır ve hatta yinelenir sürekli. Bilmez, bilemez sınavda olduğunu. "Bekle" denir, "izle" denir, "anla(mlandır)" denir. "Sakin ol", "sükunda ol" denir. "Hele bir içselleştirmeyi dene, itiraz hakkın saklı kalsın" denir. "Önce bir duy(umsa)" denir. Ancak bil(e)mez testte olduğunu, bil(e)mez sınavda olduğunu. Bil(e)mez gözlendiğini.

Birisinde, bir şeylerde  güçlü olmayı Makyavelistçe güçsüz olmaya tercih eder. En çok da kendinde güçlü olmaktır derdi. Uyarılır, 'bazen güçsüz olmak güçtür' diye. Uyanmaz, ayıkmaz. . . Ayırdına varamaz. Acıyı söyleye(bile)nin samimi olduğunu, candan olduğunu anla(ya)maz. "Güvendesin, sırrın bende kalır, kalacak" denir. İnanmaz. İnanılmayacak olan bunu söyleyen olur, inanmayan kendi değil. Çünkü o candan bildiğine "seninle tıpatıp aynı yerdeyim" demeyi doğru bilir, zanneder; dinleyicisinin hakiki ihtiyacı bu kelam olmasa da. Sadece kendinin yaptığının inanılası olduğu zannındadır.

Sadece "sen haklısın"ı duymaktır amacı ve bu yüzden sırça değmişliklerinde bu ifadeyi kullanır; tıpkısını kendi için beklerken. Biat edilmesidir derdi hâlbuki. Kendisine "haklısın" denmemiştir bir türlü kendinin de kabul edeceği, inanacağı şekilde. Tüm yaşamışlığında buna inansaydı böylesine peşinde olur muydu "sen haklısın"ın, bilinmez. Çünkü sadece ona haksızlık edilmiştir. O anlaşıl(a)amıştır. Bilinmemiş, bilinmek istenmemiştir. Sorulsa "sen bilinmek istedin mi? Açtın mı en derin sor(g)ularını?" diye, ya sessiz kalır ya da topu taca atmada mahirdir. "Konuyu vermeden (doğru) soru sorulmasını beklemek öğretmenliğe sığar mı?" diye serzenişte bulunulur. "Bana ne! anla(malı)(sın), anlasa(ydı)n, anla(yacak)(sın)" der. Ama bil(e)mez testte, sınavda olduğunu. . .

"Anla(n)mak için adaletli olmalısın, dürüst olmalısın, cesur olmalısın ki karşındaki (senin kadar) zeki olmasa bile insan olması, fırsat verilmesi yetmeli" denir. Duy(a)maz. İroniktir; kendi mecali dışında başkalarının derdini yok saydığından duy(a)mayacağı zaten hissedilir de buna rağmen "belki" denir, "umulurki" denir. Bil(e)mez testte olduğunu, bil(e)mez sınavda olduğunu, bil(e)mez bir türlü işte, anla(ya)maz. Dinlemez çünkü. Daha yüksek çıkan bir ses varken içeriden sürekli, daha sakin sesi duy(a)maz.

"En sevdiğimi sen öldürdün, senin yüzünden" der mesela. Ağzınla kuş tutan bile yaranamaz artık. Çünkü artık dinle(ye)mez, duy(a)maz olur, olmuştur bu ifadeyi hitap ettiğini; etttiği kişi öldürme nedir bilmese bile. Suçlu bulmak insanı rahatlatır çünkü; bilir o da bunun rahatlacılığını. "Peki, sen en sevdiğim dediğinde neler öldürdün bilir misin, bilmek ister misin?" diye sorulsa; onu dahi dinlemez. Bu sorunun bile anlamını farketmekten çok uzaktır oysa. "Benim içim yanıyor, bu ateşi bir şekilde söndürmem gerek. Kim olursa olsun bunun kum torbası, umurumda değil"dir derdi. Hedefine aldığından kötüsü yoktur. Onun varlığı aslında kendisinin köpekbalığı hikayesidir ama bunu dahi algılayamaz. Varsa yoksa "ben"dir onun için. Bil(e)mez testte olduğunu, bil(e)mez sınavda olduğunu. (G)özlediğini, (g)özlendiğini bilir de bir türlü anlayamaz, kabul edemez ve bunu dahi kıymetlendirmez.

Kendisini cevap vermek için değil anlamak için dinleyenlerin en ilgilisi olunur da "dinlemiyorsun" der; hoyratça ve hatta küstahça. "Dinlemediğin gibi bir de dikte ediyorsun" der, hızını alamazsa. Artık rutinidir dinlenmek, hiç yaşamadığı üzere ama rutin kolaydır. Çünkü alışır insanoğlu kolaya; kıymeti kolay kolay bilmese de. Daha leb demeden dudaklar üzerine şiirler yazılır. Bunu görmez de ,"leblebi demedin" der sadece bir kez bile "yorgunum" dense. Kolay alışır insan çünkü. Kolayı, kolay tüketir insanoğlu. Kaybettiğinde anlar, anlayacaktır tıpkı çağlar boyu olduğu gibi ancak. Yitirmeden bilemez, fark edemez insan. Yoksa ders alsaydı, tekerrür eder miydi tarih? Bil(e)mez testte olduğunu, bil(e)mez sınavda olduğunu.

Kimsenin kimsenin karşısına, hayatına öylece boşu boşuna çık(artıl)madığını bilmez tam anlamıyla. "Bilirim" der de bu bilir halin bir türlü hakkını vermez. Sormaz, bilir. Duymaz, bilir. Anlamaz, bilir. Güya bilir her şeyi ama; bil(e)mez bunların test olduğunu, bil(e)mez sınav olduğunu. . .

Çoğalmak değildir derdi. Çünkü o zaten çoktur. Kendi çoklarının içinde sadece bir zerredir her değdiği, yahut ona değen. Sonuçta bir zerre eksik, bir fazla fark etmez o çokluğa. Zerrre dediğin nedirki? Harcamak kolaydır haydan geleni, nasılsa huya giderken. Bil(e)mez ama sözün doğrusunun "Hay'dan gelen Hu'ya gider" olduğunu. Yani 'Allah'tan gelen yine Allah'a gider'dir de Onun Allah'ı çoktan onu terk etmiştir. Çünkü bil(e)mez, bilmek istemez Hay'yın da Allah olduğunu, Hu'nun da Allah olduğunu. Testtedir, sınavdadır ama bil(e)mez.

Farklı versiyonları ile bütün erkekler ona meftun, yahut bütün kadınlar ona aşık sanır. Bu konuyu abarttığı öyle yerler vardır ki bir filin züccaciyeci dükkanına girmesi bile daha naif kalır. Halbuki bilmez; çoğu erkek veya kadın kendi heva ve hevesine aşıktır, menfaat görmediğinden bir gıdım al(a)maz ya da ver(e)mez de. O zannederki "sadece ben varım (ilgiye/sevgiye/saygıya layık), ben olmalıyım, şahsiyetime, güzelliğime/yakışıklılığıma, karizmama (en en en çok benim hakkım olduğu için) değer veriliyor." Fakat bil(e)mez bunların test olduğunu, bil(e)mez sınav olduğunu. . .

Sorar sırf öylesine; altını doldurmaktan çok uzak bir şekilde. Derdi cevap değildir üstelik. Anlamıştır bir nevi paha'lı muhabbetlerin de bir yere kadar olduğunu ve pozisyonla(t)ma derdindedir.  "Ne iste(n)meli?, bilen var mı" diye sorar; en ufak bilgisi olmadan fikri varmışçasına. Cevaplanır, cevaplanası olur. Onun ise bilmeye, duymaya bile tahammülü yoktur oysa. Sırf bu yüzden, sorduğu sorunun öylesine olduğu, doğru(su) soru olmadığı anlaşılır, bilinir de ne sorduğu kişiler farkındadır ne de kendi. Her şerhinin, her itirazının, her kelimesinin, her cümlesinin, her vücut dilinin pahası vardır da değeri yoktur, bil(e)mez. Bil(e)mez bunların test olduğunu, bil(e)mez sınav olduğunu. . .

Sırf bu duruşuyla, davranışıyla bile başkalarının hayatının Turnusol Kağıdı olmuştur çoktan; ders almasını bilene. Kendi sebebini ve dahi varlığının anlamını bil(e)mese de başkası onu, değerbilirlik adına kıymetlerinin testlerinin en büyük en önemli sorusu yapmıştır. Ama o bil(e)mez bunların test olduğunu, bil(e)mez sınav olduğunu. . .

Test olunanların ilki mi, sonuncusu mu olduğunu bile bil(e)mez. Zaten bil(e)mez test edildiğini bile, bil(e)mez sınavda olduğunu bile. . .

'o' denilen kim diye sorana cevap gayet açık oysaki: "BEN"


Sevgiyle 19

(Not: Görsel alıntıdır.)

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

GERÇEK İLE HAKİKATİN O İNCE FARKI (GÖREBİLENE/GÖRMEK İSTEYENE)

Size bugün bir soru soracağım. Hem sorduğum sorunun cevabını merak ederken hem de öyle ya da böyle ilk soruyla da ilintili ikinci bir soru soracağım aslında.

Uzatmadan hemen sor(g)uya gireyim en iyisi. Ana akım düşünüşe göre; ki reddedilemeyek kadar gerçek! olduğu bilinirki dünyamız Samanyolu Galaksisi'ndedir. (İngilizcesi: Milky Way Galaxy) O kadar gerçek olduğuna inanılır ki tartışılmaz. Hatta tartışılaması bile tukakadır. Tartışmaya kalktığında bir anda 'bağnaz', 'gerici', 'cahil',  'izansız', 'hasta', 'bilgisiz' damgası yersin. Yine de tartışmayalım da biz, sor(g)ulayalım 'fikri hür, vicdanı hür' bir Atatürk genci olarak "Hayatta en hâkiki mürşit ilimdir" doktrini gereği.

Şimdi birkaç tespit yapalım; ki bu tespitler şahsıma ait olmayıp itibarlı! kaynaklardan alınan bilgilerdir. Hem salt bana da inanmayın ayrıca. Yanılmış olabilirim ya da yanıltabilirim. Adaletli ve şeffaf olabildiğiniz kadar araştırın ve kendi gerçeklerinizi değil, öz hakikâti bulun.

"Samanyolu Galaksisi, 100.000 ışık yılı çapındadır."! 

"Samanyolu Galaksisi'nin merkezinde Sagittarius A adında bir kara delik vardır ve Dünya'ya uzaklığı 26.000 ışık yılıdır."!

Bu arada faydalı bilgi olsun diye; 

1 ışıkyılı= 9.460.730.472.580 kilometre (metre falan değil dikkat)

100.000 ışık yılı= 946.073.047.258.000.000 kilometre

Yanlış yazmadıysam. Bu arada normal hesap makinesi ile exponansiyel gösterdiğinden excelde özel hücre ayarı yaparak çarptım.

Neyse, devam edeyim:

Dünya'dan gönderilen! ve en uzaktaki uydu 1977 yılında fırlatılan Voyager 2 uydusu ve bu uydu şu anda dünyadan 20 milyar kilometre (20.000.000.000 km) uzaktaymış!. Bu rakam sizin de gayet kolay ulaşabileceğiniz 2017 yılına ait bir haberden alındı. Güvenilir! kaynağın sadece iki gün önceki haberine göre de Voyager 2 uydusu 'intersellar space'e giriş yapmış. Yani güneşten sonraki en yakın yıldıza yakınlaşmış!. Bunun için bayağı uzun videoları bile var. İngilizce bilenler aslını dinleyebilir. Ancak bir de böyle birşey var, Allah Allah???



Özellikle 0:58'nci saniyesinde konuşan ass-tronotu dinleyin. :))

Bu arada en son teknoloji ile üretilen ve neredeyse her gün ass-tronotlar tarafından orası burası kurcalanan (onarılan) İSS (Uluslararası Uzay İstasyonu) bir yanda. 41 yıl önce uzaya fırlatılan hiç bir yerinde arıza olmayan bugünlerin bile ötesinde teknolojisi! olan fotoğraf makineleri ile donatılmış Voyager 2 diğer yanda. (Yersen)

Bir diğer husus da yolculuk ettiği! yer ise (söylenene göre) vakum ortamı, dikkat ediniz. İnce hidrolik yağı değil.

Bu bilgiyi akılda tutarak;
"Samanyolu Galaksisi'ne 100.000.000.000 (yüz milyar) yıldız var."! (Gözlemci en yakın 2.'ye gelmiş yani)

Bir diğer veri; Samanyolu Galaksisi'nin fotoğrafını aradığınızda, o en güvenilir! kaynağın verdiği fotoğraf bu:



(Sekme başlığında nereden alındığına dair adresi bulabilirsiniz. İlgili konuda ifade şöyle: High Resolution İmage ve bu dosyanın uzantısı: .JPG)

Faydalı bilgi: JPG=Joint Photographic Experts Group (Birleşik Fotoğraf Uzmanları Grubu) tarafından geliştirilen ve fotoğrafları webde paylaşmak için geliştirilen uzantı biçimi.

Bu fotoğrafın böyle algılanabilmesi için (Yanlardaki minnacık! uzay boşluklarını da ihmal edelim.) en az bunun toplam büyüklüğü kadar uzağından görülmesi/gözlemlenmesi gerekir. Değil mi? Merkezden gözlemciye doğru en az 50.000 ışık yılı mesafe var. Karmaşık olmasın diye matematiksel formüllerden kaçındım. Ancak siz yine bana güvenmeyin. Kendinize inanın, aklınızı kullanın ve araştırın.

Durun daha bitmedi. Yine aynı güvenilir! kaynağın verdiği "biz neredeyiz?" fotoğrafı:


Joint Photographic Experts Group (Birleşik Fotoğraf Uzmanları Grubu) adı verilen bir grup tarafından geliştirilmiş standartlaştırılmış bir sayısal görüntü kodlama biçimidir.

Kaynak: Jpg ne demek, nedir
http://nedir-nedemek.com/jpg-nedir-ne-demek/
Joint Photographic Experts Group (Birleşik Fotoğraf Uzmanları Grubu)

Kaynak: Jpg ne demek, nedir
http://nedir-nedemek.com/jpg-nedir-ne-demek/

Paylaştığım bu fotoğraftan yazıyı okuduğunuz ekrandaki halinden gözükmeyebilir ama resmi tıklarsanız ve/veya orijinalinde Dünya'mızın değil ama Güneş'imizin yerini görebilirsiniz. (Yersen)



Şimdi soru geliyor; Bu fotoğraf nasıl çekildi? Kim, hangi ekipmanla, nereden çekti? (Hatırlatma: En uzak uydunun yeri bu fotoğraftaki pamuk helvanın İÇİNDE bir yerde ve gözüken büyüklüğün 94.607.305 kat küçük yeri ölçeğinde (dünyadan) yolculuk yapabilmiş daha. (Tabi alçak yörüngeyi geçebildiğini farzedersek; üstelik 1977'de)

Bu arada unutmayın ki fotoğraf 2 boyutlu. Pamuksu  tatlişimizin 3 boyutlu olduğunu düşünün. Hem arkaya hem de bize doğru da boyutu var. (Yersen)

Gözlemcimiz en en en az 50.000 ışıkyılı uzaktan bu fotoğrafı çekebiliyor. Makine ile en kesit arasında hiçbir engel olmuyor.(oralar şeffaf) ve bu fotoğraf makinesi, en az 473.036.523.629.000.000 kilometreden zoom ya da çekim yapacak ve 946.073.047.258.000.000 kilometreyi kadrajına alacak şekilde çekebilecek bir makine. (Yersen) Bu arada, bu fotoğraf(lar) dünyadaki yüksek teknoloji ile çekildi diyorsan da içinde olduğumuz bir şeyin dışarıdan fotoğrafını nasıl çekebiliyoruz????

"Rakamlar yalan söylemez ama yalancılar çok rakam söyler."

Haydi aklı kullanma vakti. Düşünün bakalım. Her söylenen, sırf söylendi ve ardına bir takım sözde veriler kondu diye gerçek mi?

Mesela şöyle bir film sahnesi düşünün:
Sahnede hırslı, ihtiraslı, tanrılık iddiasında olan adam(lar) var. Adam(lar)ın derdi; insanları sömürmek, yönetmek, köleleştirmek, sınırlamak, sınıflamak. Ki bunu sadece kendi nefis(ler)i ihtirasları için yapıyor(lar). Çünkü kendilerini o kadar büyük görüyorlarki. . .
Bu arada bir haberden alıntı olarak şöyle bir altyazı geçiyor diyelim.
"Ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim?" dedi Firavun.
Sonra sahne devam ediyor. Diyorki biri;
"İnsanları kontrol etmek istiyorsan sadece senin dediklerine inansınlar yeter.
Onları kontrolsüz bırakma.
Zerre kadar önemi olmadıklarını, toz zerresi bile olmadıklarını sürekli işle.
Mesela sigara içmeyin de, içmesinler.
İçinde ak geçen her şey temizdir, paktır de inansınlar.
Kendi rüyanda gördüğün pamuk helva gibi bir şeye janjanlı bir isim uydur. Ve arkasına bir iki kafa karıştırıcı rakam ekle.  Sonra bunların arkasına insanların güvenecekleri ve dahi senin satın alabileceğin veya manipüle edebileceğin birilerinin fikirlerini ve yandaşlıklarını ekle.
Sonra da arkana yaslan. Gerisini zaten onlar kendi kendilerine hallederler.
Yeterki onları düşünmekten ve zorluklardan uzak tut.
Nasıl olsa insanlar yapmasalar da aklını kullanarak yaptıkları gözlemlere değil duyduklarına inanırlar. Çünkü insanlar kolayı severler. Kolay huzurludur onlar için.
Unutmadan, sürekli olarak "sen de bizim gibi şan, şöhret, zenginlik, keyif, debdebe içinde yaşayabilirsin; buna inan" diyerek içlerindeki ihtirasları besle."

Böyle şeyler sadece filmlerde olur ama, takılmayın. Gerçekler öyle değil!



Soru 2'yi merak eden olursa; birisinin "benim dediğim bir şeye inanmıyor(sun)/inanmayacak(sın)" serzenişini nasıl değerlendirirsiniz? Gözlem, akıl, veri, izan, (birden/üçten/beşten fazla) sorgularınıza mı inanırsınız/inanmalısınız? Yoksa sadece janjanlı kelimeler, imajlarla süslediğine mi? Güvenilir! kaynak olması gerçek midir? Hakikat midir? Yoksa ne?

Sevgiyle 19

(Görseller- fotoğraflar- alıntıdır. Youtube videosu da alıntıdır.)



✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

KIZIMA

Canım kızım bu yazı, sana varlığımda nasihatim, yokluğumda vasiyetim olsun. Umulurki okursun, anlarsın, uygularsın. Kimbilir belki bir gün hayatın anlamı hakkında düşündüğünde bir parça ışık tutar.

Belki bir kısmını anlarsın, belki çoğunu. Belki zaten uyguladıkların vardır. Belki zırva olarak gördüklerin, göreceklerin. Zaten burada yazılanlar da değiş(e)mez kurallar değil. Kendi sentezini oluşturmak; 'fikri hür, vicdanı hür' bir birey olmanın yakışanıdır.

Neye inan, neye inanma demiyorum. İster çoğunluğun inandığına inan, istersen araştır tek bile olsan (g)özle ve ona inan. Yahut hangi müziği dinle demiyorum. İster rock dinle, ister türkü, istersen de popüler müzik. Bu yanlıştır, bu doğrudur demiyorum. Benim yanlışlarım bana, başkalarınınki başkasına; ki en en en basitinden adımız farklı, annemizin adı farklı, babamızın adı farklı. Biliyorumki iyi mayadan kötü ekmek çıkmaz. Maya iyiyse kötü veya iyi olmak sadece bir seçimdir. Ve biliyorumki hiç bir çocuk kötü değildir. Marcus Aurelius'un onunla taban tabana zıt oğluna hitaben dediği gibi; "evlat olarak senin kötülüğün senin suçun değildir. Benim suçumdur" Benzer şekilde; iyi evlatlar yetiştirmek istiyorsan ilk ve sadece kendine bak. Önce kendi nefsini, hatalarını kına. Unutmaki prens(es)leri yetiştiren kraliçelerdir.

Kızımı sınıflamak, sınırlamak, sömürmek haddim değil. Sadece yolculuğunun belli bir kısmında verilen görevi en iyi şekilde yapmak için çabalıyorum. Umarım başarılı olurum. Hayata dair kararlarını dikte edilenlerden bağımsız vereceksin, vermelisin. Birey isen, birey olmak zorunda isen sevabını da günahını da göğüsleyeceksin. Aldığın bir tek nefesten bile keyif alıyorsan hayatın hakkını vereceksin. Kimse kolay olacağını söylemedi. Kolay olacağını söyleyenlere kulak asma. Hem öyle kolay da olmaz aslında. Sorgulamadan yaşarsan kolay olur gibi gelir doğru. Kolay şeyler kolay tüketilir ancak. Zor olsun ki değerini bil.

Birazdan yazacaklarım ne tam benim doğrudur ne de mutlaktır. Hayatın içinden doğru adına süzebildiklerimdir o kadar. Bunlar sadece birer kapıdır. Hem kendime, hem değdiğime gösteririm. O kapıdan geçip geçmemek bireyin içselleştirdikleri ile ilintilidir. Geçilemeyen zamanlar, eşikte kalmalar, geri adım atar gibi olan anların olabilir. Korkmadan iyiye yürü. De hade başlasın ahkâmlar o zaman:

* Hayatına giren herkese, herşeye  Adalet, Dürüstük ve Cesaret ile. Ve ayrıca Eda, Sevgi ve Gereklilik olarak tanımlanabilecek üç ana, üç de tali yolla bakmalısın.  Bunlardan olmazsa olmaz bir tane seçmem gerekseydi Adalet derdim. Çünkü o olmadan kesinlikle olmaz. Adaleti kendine otoban yap.

* Hiçbir surette yalan söyleme. Yalanın girdiği ruh, arkadaşlık, ilişki, muhabbet kirlenmiştir. Yalanın beyazı, mavisi, sarısı olmaz. Yalan, yalandır. Ucunda ölüm bile olsa doğru(luk)dan sapma. Varsın kaybedilsin birşeyler. Mutlaka çok güzeli gelir. Emin ol. Dünyadaki en güçlü kişi, kire bulaşmamış olandır.

* Merhametli ol. Merhametten yoksun bir insan, bir dünya, bir yaşam; kesinlikle yaşamaya değer değildir. Bu davranışı, hayatına aldığınız kişi(ler)de de ara. Sadece sana karşı değil hemdem şekilde herkese karşı aynı şekilde davranmalı. Sana olan bağından dolayı böyle gözüküyor olabilir. Eğer böyleyse ve dahi uyarılmaya açıksa da, uyar. Değilse, direk uzaklaş.

* Aklını kullan. Aklını kullanan zekidir, zeki olur. Aklını kullanamayanın zeki olmasına ihtimal bile yok. Olsa olsa çakal olur. En faydalı bir şekilde aklını kullanmak için kendince bir yol bul. Bunların bir sürü yöntemi var. Bu yöntemleri bul mesela. Buradan başlayabilirsin kullanmaya.

* Yaşamına giren her canlıyı dinle. Nasıl dinleyeceğine karar ver ama. Mesela sevdiklerini beyninle ve kalbinle dinle. Dengesiz olduklarında kalbinn mikrofonunu biraz kıs. Kıs ki çok yaralayamasınlar. Çünkü yaranın büyüğü, gelirse sevdiklerinden gelir. Mutlaka beyninle dinle ama. Çünkü herkesin dinlenmeye hakkı vardır. İşimize gelse de gelmese de vermek istediği mesajı kaçırmamak da lazım. Sıradan arkadaşlar, günlük gördüklerimiz vs. için bu iki mikrofonun ayarları ile oynayabilirsin. Çok şey konuşup hiç bir şey anlatmayanlardan olma. Böyle insanlarla da vaktiniz bolsa birlikte olun. Bu tip insanın bir şeyler katamayacağı açıktır.

* Hiç bir şey için acele etme, acele karar verme. Hızlı olman gereken durumlarda bile aklını kullanmayı sakın bırakma. Duygularına da güven. Ancak, karar verirken her ikisinin de dengede olmasına özen göster. Unutma! Tıpkı bir dalgıç gibi 'dur!, bekle!, izle!' prensibini unutma. Sonra harekete geç. Güveliğin buna bağlı olabilir.

* Kendine çelişik olup olmamayı sorgulamayı sürekli gözet. Fikirlerin değişebilir. Ancak ana prensipler doğrultusunda çelişmemeli. Gelişmek ayrıdır, çelişmek ayrı. Çeliştiğinde ise bunun bedelini ödemeye hazır ol.

* Doğru bildiğin yanlışlardan dön. Dönmeyi bil. Bilki en büyük yanlış, hata(lar)dan dönmemektir. Özür, utanç, pişmanlık, telafi isteği gerçekten insan olmanın gereğidir. Bunları (bir kere bile) yaşamamış olanın insanlığından söz etmek mümkün değildir.

* Kolayca söz verme. Dengede olmayarak verilen sözler gerçek değildir. Ya vereni ya da verileni acıtır er ya da geç. Bunu kesinlikle unutmayarak eğer bir söz verdiysen mutlaka ama mutlaka sözünde dur. Sözünde duran güvenilir kişidir. (S)özünde namuslu olan, insani vicdana sahip olandır.

* Herkesin bir mesajı, anlatacağı olabileceğini bil. Bu mesajın ne olduğunu merak et. Olabildiğince geniş bir şekilde anlatılanlara hakim olduğunda ilk kriterleri unutmadan fikrini söyle. Birisi bir şey anlatıyorsa mutlaka bir şekilde karşılık bulmak ister. Dinlendiğini anlaması için ilgili sorular, yorumlar yapılması; kabul etmese de onu şâd eder. Varsın dediğine uzak kalsın. Dinliyor olman, onu geliştirmese bile erdemli ve kıymetbilirliktir. Tüm bunlara rağmen seni dinlemek istemeyen birine kesinlikle bir şey anlatma!

* Kelimelerin gerçek anlam(lar)ı hakkında meraklan. Kelimeler herşeydir. İnsanoğluna ilk öğretilen kelimelerdir. Kelimeler sayesinde iletişim kurarız. Kelimelerle anlaşırız. Bizi diğer canlılardan ayıran önemli farklardandır kelimeler. Kelimelerle ve dahi anlamlarıyla insan oluruz. Birbirine çok benzeyen kelimelerin farklı anlamlar içerebileceğini bil. Kullanılan kelimenin arkasındaki duygunun, felsefenin bambaşka yerlere çıkabileceğinin ayırdında ol.

Hata ile Yanlış,
Gerçek ile Hakikat,
Vicdan ile Sağduyu,
İstek ile İhtiras,
Mutluluk ile Tatmin,
Adem sıfatı ile İnsan. . .sadece birkaç tanesi bunların. Hadi, aklı kullanmaya buradan da başlayabilirsin.

* Mutlaka vücut dilini öğren. Hatta mikro ifadeleri öğren. İletişimde öne çıkmak, anlatmak istediğini tam anlatmak, anlatılmak isteneni ve hatta saklananı anlamanın yolu buradan geçiyor emin ol. İster Türkiye'de olun, ister Avustralya'da, istersen Mançurya'da; duygu ifadeleri standarttır. Utanç, sevinme, şaşkınlık, korku, öfke, tiksinme, küçümseme ifadelerini anlaman/bilmen, duygu ve iletişim becerilerine kısayol sağlayacaktır.

* İnsanlara empati ile bak, bakmaya çabala. "Ben onun/senin yerinde olsam. . ." demek en basitinden adaletsizliktir. Onun gerçekliklerini bilmeden böyle bir yargıda bulunmak acımasızlıktır. "Onun yerinde -ben- olsam" demek yerine "o" olmayı dene. Böylelikle empatiye adım atmış olursun. Dedik ya az evvel; onun adı da, annesinin adı da, babasının adı da farklı, en basitinden. O, sen olsaydı senin gibi davranırdı. Ama değil!

* İletişimde olduğun ve sırf bu yüzden az ya da çok değer verdiğin kişinin davranışlarını, konuşmalarını gözle. Anlatmak istediği şey, söylediklerinin biraz arkasında gizli olabilir. Bir duyulma/anlaşılma çığlığı atıyor olabilir. Yapabilirsen konu ne olursa olsun herkes tarafından anlaşılabilecek şekilde dışavurulmasına yardımcı ol. Bu sayede bulmaca çözmek, tahminde bulunmak, yanlış anlamak sorunlarının önüne geçebilirsin Anladığın ve anlatılan şey birbirine eşitse ve bu da o kişiden uzaklaşmanı gerektirecek boyuttaysa; uzaklaşma hakkın da saklı olduğunu bil. Yahut onu daha da sevmene sebep olabilir bu dürüstlüğü.

* Biricik olduğunu bil. Kâinatta bir tane sen oldu, oluyor ve olacak. Kimseye benzemek zorunda değilsin. Esinlenebilirsin ancak. İyi(lik)leri süz, kötü(lük)leri ele. Kendi sentezini oluştur ve geliş. Ot bile büyüyor ve gelişiyorken gelişmeye kapalı olmak bağnazlık, cahillik, kara vicdanlılıktır. Duyularımızla duyumsadığımız herşey, bize bir şeyler öğretir/öğretmeli. Bazen bir çiçek, bazen bir köpek, çoklukla okuduğumuz/duyduğumuz/seyrettiğimiz/gözlemlediğimiz insanlar ister ruhumuzu okşasınlar ister acıtsınlar bize mutlaka birşeyler öğretir. Bize düşen ise; bunun farkına varmak, bu dersi içselleştirmek ve çok daha önemlisi hayatımıza yansıtmaktır. İyileri başkalarına aktarmak, kötüleri düzeltmek çabasında olmak da ilave bir sorumluluktur unutma. Bu arada her hangi bir duruşu, konuşmayı, paylaşımı "aynı düşünüyorum" vb. şekilde onaylamamız yetmez. Onu hayatımıza yansıtmadığımız, o doğrultuda yaşamadığımız sürece onayımız sadece papağan etkisidir, o kadar. Bir diğer konu da şudur ki; bazı olaylar/kişiler bize nasıl bir insan olmamız gerektiğini anlatırken bazısı da nasıl olunmaması gerektiğini anlatır. Bu mânada her ikisi de öz yolculuğumuzda kıymetlidir. Kıymetli olmalıdır. Çünkü öğreten her şey, herkes kıymetlidir.

* Hz. Yusuf'un hikâyesini oku, anla. Hayata atılan (erişkin) kadın, erkek herkesin hikayesidir onun hikayesi. (En sevdiklerin tarafından) kuyulara da atılabilirsin, köleleştirilmeye çalışılabilirsin, kimsesiz kalabilirsin. Vezir de olabilirsin, tüm nimetler ayaklarının altına serilebilir. Nefsinin sınırlarından da geçebilirsin. Buna karşı öz duruşu da herşeye rağmen koruyabilirsin. Bunların sırası veya hepsinin olma ihtimali önemli değil. Aradaki farkı yaratan tek şey, sakınmaktır. Sakınırsan mutlaka vezir olacaksın ve hikayen mübarek yani namı çağlar boyu sürecek olacaktır, buna inan. Kalp bir köprüdür. Herşey gelip geçebilir. Amele, işe döktüğündür önemli olan. Ayinesi/duruşu/omurgası iştir, pratiktir kişinin. Daima biri, bir şey tarafından gözleniyormuş gibi davran. Hesabını veremeyeceğin hiç bir davranışın olmazsa utanç yaşamazsın. Korku nedir bilmezsin. Hesabını veremeyeceği şekilde davrananlar, önce kendi sağduyularında sonra insanlarında korku yaşarlar. Ve bu korku yüzünden hiçbir surette dürüst olamazlar ve sürekli yalan söylerler ya da eksik anlatırlar.

* Her şeyi bilemeyeceğini bil. Hele hele bu çağda saniyede milyarlarca bilginin aktığını, oluştuğunu ve bir insanın okuma, anlama kapasitesinin günlük his ve işleri bağlamında kısıtlı olduğunu göz önüne alırsak sürekli bilgisiz olduğumuzu, an be an bilgisiz kaldığımızı bil. Bilgisi az olan insanın konuşma şekli de haddini bilerek olmalıdır. Bilmediğini bilmek büyük erdemdir, unutma. Aslında bilmemek sayesinde bilme yolculuğuna çıkarız. Herşeyi biliyor olduğunu düşünen, hiç bir yolculuğa çık(a)maz ve lök gibi kalakalır ve kokar, kokuşur. "Benim bilgim bana yeter" diyenlerden olma. Bunu diyenler, kibre batanlardır. "Bil(e)miyorum" demekten utanma. "(Öğretirsen) öğrenirim" diyenlerden ol. Öğretilmesine, öğrenmeye mutlaka fırsat ver. Dedik ya; herkes, her şey öğretmendir, görebilene.

* Hayvanları sev, onlara yakın dur. (Adem sıfatında olanlar hariç). Şüpesiz nice mucizeler hayvanlar vasıtası ile bize anlatılır. Bizim öyle ya da böyle, istisnalar hariç duygudan, muhakemeden, zekadan yoksun halimizi temsil ederler. Bizi insan yapan kısımları, onların hayatından süzebiliriz. Benzerlik adına tek bir şey söylemem gerekse idi; "sebep" derdim. Mutlaka bir sebebi var onların. Bunca belgesel boşa çekilmiş olurdu yoksa. Bizim de insan olarak bir sebebimiz olmalı. En azından bunu veya yolunu öğrenebiliriz onlardan.

* Yaşamın tamamını sev. Ölülerden, ölümlerden mutlaka ibret de al. Unutma mezarlıklar ölülere bir şey anlat(a)maz. Dirilere ölümün olduğunu hatırlatır, hatırlatmalı. Er ya da geç öleceğini bilmek bu ömrü olabildiğince hem kendine hem de insanlığa aynı anda faydalı geçirmek için bir işarettir; görebilirsen. Aldığın her yeni nefeste yeni bir şans vardır. Yeni günde, yeni yılda, yeni doğumgününde. . .Sorunlar geçer. Acılar geçer. Aslolan duruşundur. Sorun geçtiğinde, yeni yerin, yeni pozisyonun(uz) o soruna/acıya hala açıksa, aşı işe yaramamıştır. Aşının işlevi, bağışıklığınızı arttırmak, mikropla savaşını kazandırmak için bir dopingtir unutma. İşe yaramıyorsa aşı; boşa iğne yedin demektir.

* Güveneceğin bir üst(ün) değerin olsun. Tıpkı güneşin milyonlarca yıldır olduğu gibi yarın tekrar aynı saatte doğacağını bilmek gibi bilinir bir değere güven. Güven işte bunun gibi bir şeydir. İster Tanrı de, ister doğa de, ne dersen de onun gücü karşısında ne olursan, kim olursan, nerede olursan ol; tamamen aciz kalacağın bir değere güven. Ve sadece onun karşısında secde et. Başka hiç bir şeye, hiçbir kimseye secde etme. Ne anneye, ne babaya, ne kardeşe, ne sevgiliye, ne eşe, ne çocuklarına, ne patrona, ne ortağına, ne politikacıya, ne de peygamber(ler)e, yahut ne güce, ne iktidara, ne paraya, ne şöhrete, ne atalara secde etme. "O"ndan gayrı "Hayır" diyemeyeceğin kimse, hiçbir şey olmasın. Unutma! 'Köleliği devam ettiren kölelerin rızasıdır'. Köle misin, yoksa özgür mü sürekli sorgula. "Ben özgürüm" demekle özgürlük olmaz! Özgürlüğünü başkasına soran, onaylatan ya da ihtiyacında olan zaten öz(ü)gür değildir.

* Sevincini herkesle paylaş, hüznünü ise sadece merak eden, kıymetlendirenle. Sevincini çok kişi anlayabilir ama hüznünü anlamak için yakın olması gerekir insanın. Aynı bakış açısıyla birisine yakınsan mutlaka hüznünün kaynağını merak et. Elinden geliyorsa kendinden ödün vermeden merhem ol yarasına, destek ol, yardım et. Paradoks gibi gelse de hüznünle üzülenleri de sevincinle gerçekten en az senin kadar/ gibi sevinmesiyle test edersin. Ve bu test, onu gerçek ya da sahte dost yapar.  Bu testten geçen, yoluna yoldaş, canına candaştır. Onu kaybetme. Bedel ödemen gerekiyorsa da öde. Dost kimdir, çakma dost kimdir ayırdında ol.

* Dedikodudan ne olursa olsun uzak dur. Kezzap gibidir dedikodu. Temizler gibi gözükür içi, rahatlatır gibidir. Ancak aşındırır, özünü çürümeye açar insanın. Yapma, yapılan yerde olma. Ortak olma buna. Hakkında konuşulandan şahsen zarar görmüş olsan da onun hakkında konuşanlardan olma.

* (Doğru) soru sormasını öğren. (Doğru) soru sorabilmek, konuya çalışarak olur. Ancak (doğru) soru soran (doğru) cevap alabilir. Anlamak, anlamlandırmak için, adaletli olmak olabilmek için anlamadığın, bilmediğinyerleri sor. Sormazsan cevap alamazsın. Cevap alamazsan sadece zannınla düşünürsün ve bu da adaletli duruşuna sekte vurur. Cevabı duyduktan sonra bunu karşındakinin pratikleri ile test et. Pratiği ile söylemi tutuyorsa ona inan. Tutmuyorsa en az beş kez tekrarla. Yanılmış olabilirsin, yanılmış olabilirsin, yanlış anlamış olabilirsin, yanlış anlatmış olabilir, kendini inandırmak istemiş olabilirsin. Tüm bunlardan sonra, artık dengeli bir şekilde karar verebilirsin.

* İster sev, ister sevme kimseyi aşağılama, dalga geçme, hor görme. Hele hele bunu kalabalık içinde kesinlikle yapma. Bilmeden, dinlemeden, anlamadan bunu yapan, kendi şeytanının esiri olmuştur. Mümkünse bu durumdan onu haberdar ederek farketmesini sağla; hor görülen şahsen olsan da olmasan da.

* Ne olursa, hangi türü olursa olsun sevginin arkasında dur. Öyle ya da böyle bu duyguyu hissetmiş olman kutsaldır. Hâla hissedebilir olduğunun işaretidir anlayana. Kendinin kutsamadığı, horladığını, başkasının yok saymasına şaşma. Önce kendi hislerinin arkasında ol; tarihteki yerini almış olsa da. Güncel ya da geçmişteki sevgisini sakız eden, horlayan, "sadece ben haklıyım, o değil" diyenin bahsettiği sevgi, sevgi değildir; unutma!

* Kendinin ihtiyacı olduğu bir zamanda yakın/uzak başka bir canın ihtiyacını daha üstün görmek; yapabilirsen çok erdemlidir. Şerefli Kelâm buna 'İsâr' der. Gerçekten ihtiyacın olduğu zaman bile cebindeki parayı, kalbindeki sevgiyi, bileğindeki son gücü bir başkası için harcamak, kullanmak bu kâinattaki en kutsal şeydir. Yapabilirsen mutlaka böyle bir duruşun arkasında ol, hayata geçir. Bu duruş, sana cennet kapılarını açacaktır; ister bu dünyada, ister öte dünyada.

* Paylaş. Yâr yanağından gayrı her şeyini paylaş. Malını, mülkünü, sevgini, aklını, bilgini, duygunu, gücünü, hayallerini. . . fazla olan ne varsa, paylaş. Göreceksinki paylaştıkça aslında daha da artıyor. "Muhabbet yolunun hakikati: her şeyini sevdiğine bağışlaman, kendine de sende olan hiçbir şeyi bırakmamandır."

* Para (dili) ile konuşma. Cümlelerin parasal değerlerden uzak olursa değerli ama pahası olmayan cümleler olur. Giydiğin kıyafetler, bindiğin arabalar, gezdiğin ülkeler, katıldığın partiler, yediğin nadide yemekler, içtiğin janjanlı içecekler, gittiğin tatiller değildir seni değerli yapan. Bunların hepsini yapsan bile; ki yapabiliyorsan mutlaka yap; paran olsa da olmasa da paylaşabileceğin erdemli fikirler, duyguların olsun, olsun ki 'daha' azı bile söylense kıymetli olsun. Muhabbetin yakıtı maddiyat değil, fedâkarlık ve bunun üst simgesi sevgidir. Maddiyatlı muhabbettler, muhabbet değil olsa olsa pozisyon almaktır.

* Ne olursa olsun oku. Bol bol kitap oku. Hayatı oku. İnsanları oku. Olayları oku. Duyguları, düşünceleri oku. Meydan oku. Arkana inandığın en yüceyi alarak haykır. Karanlıklara son nefesine kadar meydan oku. Bilgilenme, bilme yolculuğunda öne çıkanlardan ol. Çünkü bilgi güçtür. Bileni kandıramaz kimse. Bilen üzülmez. Bilen şaşırmaz. Bilen hazırlıklıdır. 'Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?'

* Zayıf gözükmekten korkma. Bilki zayıflığını gösterebilendir asıl güçlü olan, korkmayan. Kullanılmak, pozisyon almakta geri düşme korkusu olan, zayıf gözükmekten korkar. İçindeki cevher oldukça hem zayıfsın hem güçlü. Kime zayıf, kime güçlü olduğunu kendi kriterlerin ve en önemlisi sağduyun belirleyecek. Tek secde ettiğin karşısında zayıf olmak doğrudur, dert etme. "O" zaten yardım eder, edecektir.  Secde etmediklerinde zayıf gözükmen; aslında, eğer öyle görüyorlarsa onların zayıflığıdır.

* "Nasıl iyi bir insan olunacağını anlatma. O insan ol!" Keşke bu özlü sözden ötesini diyebilseydim ama diyemedim. Yukarıda da anlattım. Aslolan pratiktir. Doğru olursan örnek alan mutlaka olacaktır. Örnek olmak, öncü olmak ise zorlu olsa da kıymetlidir. Dostuna, sevdiğine, çocuğuna, insanlarına. . .İnsanların haylisi cesaret edebilenleri, öncü olanları kıskansalar bile takip ederler. Cesaret en önemli kriterlerden demiştim, değil mi?

* Yaptığın iyiliklerde gizli ol. Kimseden bunun için bir takdir bekleme. Takdir için yapılan iyilik hesapçıların işidir. Hesapçılar en kısa yoldan menfaatçidir. Yaptığın iyilik, öyle bilindiği gibi erdem falan da değildir. Sağduyusunu dinleyen/bilenin zaten boynunun borcudur. İnsan olanın/olabilenin bu dünyadan, insanlıktan aldıklarını iade etme yoludur, iyilik. Ödediği borcu için bir de takdir beklemek, bir annenin çocuğunu emzirdi diye karşılık beklemesi ile eşdeğerdir.

Şarkı önerisi: Baba-oğul ama siz onu baba-kız, anne-kız yahut anne-oğul olarak dinleyebilirsiniz:





Seviyorum seni kerata

Sevgiyle 19

(Not: İllustrasyon alıntıdır)

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

GÜVEN(Lİ)

İletişimin zıplama üstüne zıplama yaşadığı, fırlama üstüne fırlama yetiştirdiği bu çağda nasipsiz, şükürsüz, izansız iletişimleri yaratmak/yaşa(t)mak için yarışan insanlar, daha bir geçer akçe; güya/yersen.

Varsa yoksa 'ben' dilleri. Sorsan; "ben, 'ben' demiyorum." deyip, daha kendi cümlesinin paradoksunun bile farkında olamayan nefs abidesi insanlar. Konuşsan/konuşabilsen; kanıtları ile bir bir anlatacağın ama buna bile izin vermeyen güya 'ben' demeyenler. Tek düşüncesi, kendi (menfaati), yolu, dini. Nefsini din yapmış tapınanlar. Öyle ki, (güya) sevdiği/saydığını yok saymaktan geri durmayan bir edasızlık en yumuşak tabiriyle. "Nerden baksan tutarsızca. Nerden baksan ahmakça."

Şerefli Kelâm'da da geçtiği gibi; "Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini basit bir bedel karşılığı satanlar var ya, işte onlar için ahirette hiçbir nasip yoktur. Allah onlarla konuşmayacaktır, kıyamet günü onlara bakmayacaktır, onları temizleyip arındırmayacaktır. Onlar için korkunç bir azap vardır." 3.7

Hoş, (kendi nefsinden gayrı her hangi bir üst(ün) değere) inanmayana bu kelimelerin boş olduğu milyonlarca kez kanıtlanmıştır geçmiş boyunca. Ders alan olsaydı tarih tekerrür eder miydi oysa? Eğil(ebil)meyi bilen dışında mesele, kendini geliştirmeden ziyade kendini çeliştirme olarak tecelli edecektir biteviye.

Tam da burada bir akrabamın bu konuya reel bir örnek olacak önemli bir sözünün geçtiği sohbetimizi anlatmamın tam yeridir sanırım.

Adı Fikri değil ama ben ona Fikri diyeceğim. Fikri ağabeyim, Sultanhamam'da yılların esnafıdır.  Kendisi toptancı piyasasında olduğundan neredeyse tüm müşteri ödemelerini çek ile alır. Bir gün sohbet sırasında "işler nasıl?" soruma bir sürü alacağı olduğundan, ve hatta bunların hatırı sayılır kısmının batak olduğundan dem vurdu. İnsanların kendi çeklerini (altına imza attıkları kendi sözlerini/namuslarını) ödemediklerinden/yerine getirmediklerinden bahsetti. Genelde de çekleri yazdırmadığından, bir gün, bir hafta, bir ay, bir süre tanıdığını ancak buna rağmen ödeyenler yanında yine de ödemeyenler olduğunu tarifledi. Yakındıkları, işte bu kendi sözünün arkasında durmayanlardı. "Bu tip insanlara rest çeksene", "çeklerini yazdır", "dava et" vb. diye hariçten gazel okudum hadsizce; sanki o bunları bilmiyormuş gibi. Onun cevabı ise aslında oldukça anlamlıydı.

"Bak aslanım, ödemek isteyen öyle ya da böyle öder. Bir insan yeterki istesin. Ama (ödemek) istemeyen, değil dava etmek, si*sen ödemez. O sebepten ya bu deveyi güdeceğiz ya da bu diyardan gideceğiz" dedi. Yukarıdaki Şerefli Kelâm'da geçen " . . . verdikleri sözü" kısmı, Fikri ağabeyin anlattığı özü ve naçizane benim de dikkat çekmek istediğimi gayet iyi anlatıyor sanırım.

Verilen söz (Latince namos=söz) namustur işte. Sözünü tutmayan, sözünde durmayan, ister anlık ister zamana yayılı olarak bir söz verip de arkasında durmayan sözsüzdür. Yani namos'suzdur. Verdiği, vereceği sözü, ağzından çıkanı yok sayan namos'suzdur. Bu da onu vicdan(lar)da ve Yüceler Yücesi indinde cehennemlik eder. Bu dünyada deruni manada yastıkla başbaşa kalan bunu yaşar ergeç. Bu dünyada olmasa da itikadi olarak öte dünyada cehennemi yaşayacaktır.

(S)öz; saf, temiz, mert olduğu sürece güven(li) olur çağlar insan. (S)özünün arkasında ol(a)mamış insana bu hatırlatıldığında saf bir özür, zaman dilemek yerine karşı tarafın iyi niyetini kullanmaya, onu kandırmaya (teşebbüs etmeye) devam eder ve asıl 'hastalıklı' olan bu durumdur. Şerefli Kelâm burada da karizmatik bir ifade kullanmış. "Yemin olsun, onu aralarında çeşitli biçimlerde ifade ettik ki öğüt alabilsinler. Ama insanların çoğu sadece nankörlükte ısrar etmektedir."25.50

İşin bir diğer ironik tarafı da bu insanlar genellikle mazlumu oynarlar. Dinlenilmeyen, anlaşılmayan, 'süre tanınmamış' olan, haksızlığa uğrayan onlardır. "Benim de yaptığım hata(lar) vardır" derler de 'o hata(lar) ne diye sorulduğunda "hatırlamıyorum" derler. Hatırlamasına yardımcı olursun, hatırlatırsın. "Onlar hata değil. Şu yüzden, bu yüzden öyle davrandım/konuştum" derler. Ve hatta konjonktür uygunsa "donuma işedim ama senin yüzünden" benzeri bir ifadeyle sıyrılarak tüm suçu karşısındakine yıkar. Hani şarkı sözünde var ya, o hesap;

"Benim de sahneler aklımda.
Seninkilerden farklı ama.
Artık kendini kandırma.
Yoktur üstüne senin; güzeli çirkin yapmakta.
Suçuysa dünyaya atmakta.
Neyin bildinki değerini?
Benimkini bileceksin.
Bunu da tabi mahvedeceksin. . ."

İnsana dair tüm ilişki biçimlerinde görülebilen bir yaklaşımdır bu; farkedene. Patron-işçi ilişkisi, sevgililik, arkadaşlık, ebeveyn ilişkisi vs. vs. vs.

Yukarıda da dediğim gibi; sadece isteyen anlayacaktır. İstekli olan, önce özsorguya girip sonra değdiği her kapsamdan insana bu bakışla bakacak ve/veya üzerine düşeni yapacaktır. Bir yapar, iki yapar, üç yapar, dört yapar, beş yapar. . .Sonra? Akil olan kendisini dinlemek istemeyene hiçbir şey anlatmaz artık.

Yine bir şarkı sözü ile veda edeyim.

"Yalan dolu gözlere,
Durulmamış sözlere,
Dost olmayan yüzlere. . ."

Ne diyor Erich Fromm? "İnsanlığın yolculuğu, itaatsizlik (itiraz) ile başladı. Korkarım ki itaat (itirazsızlık) yüzünden sona erecek."

Bir diğer tespiti de şöyledir üstadın: "Vicdan kelimesi birbirinden oldukça ayrı iki olguyu ifade etmek için kullanılmaktadır. Biri, bizim memnun etmek istediğimiz ve öfkelenmesinden korktuğumuz bir otoritenin içimize yerleşmiş sesi olan 'Otoriter Vicdan'dır. Bu otoriter vicdan, insanların çoğunun vicdanlarına uydukları zaman yaşadıkları şeydir. Bu, aynı zamanda Freud'un sözünü ettiği 'Süper Ego/Üst Ben' adını verdiği vicdandır. Bu üst ben, baba korkusuyla oğulun benimsediği emir ve yasakları temsil eder.

Bir de otoriter vicdandan ayrı olan 'İnsancıl Vicdan' vardır. Bu, insan türünün her üyesinde var olan içsel sestir ve dış yaptırım ve ödüllerden bağımsızdır. İnsancıl vicdan, neyin insanca ve neyin insanlığa aykırı, neyin hayata yararlı ve neyin zararlı olduğu hakkında sezgi yoluyla bizi uyarır. Bu vicdan, bizim birer insan olarak fonksiyonlarımızı yerine getirmemize yarar. Aynı zamanda bizi kendimize çağıran, insanlığa davet eden içimizin sesidir."

Bu tespite dayanarak; herkes her halûkârda bir şekilde vicdanlıdır. Ancak, acaba hangisi evlâ?

Sevgiyle 19

(Not: Görsel alıntıdır)

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌