PUTLAR(IMIZ)



Günümüz putları aslında tarih boyunca olanlarla anlam bakımından çok benzer ama algıda oldukça farklı yerlere konduğundan gizlenmiş vaziyette.

(Kısacık bilgi: Lât: Otorite…,Uzza: Güç…Menat: Para…) 

Putu put yapan ise onu hayatının bir kısmına/tamamına hâkim ettirmek ve dahi böyle olduğunu hissetmemek. Onsuz yapamamak. O olmazsa öleceksin sanmak. Ona öyle ya da böyle tutuklu kalmak.

Allah-u ekber ya da Tanrı en/tek uludur demek ise tüm putları yıkan bir cümle; ister kabul et istersen reddet böyle bir ontolojik varlık olduğunu. Biraz sabırlı olunursa dilimin/kelimelerimin yettiğince anlatayım istiyorum (g)özlemlerimi. Teolojik manası dışına çıkılarak bakılırsa ki biliyorum çok zor geliyor birçoğuna; ister inanan olsun ister tam tersi; bu cümle bu dünya hayatının en özgürlükçü cümlesidir. Cümlenin kendisi bizatihi tarih boyunca çoklukla kötü niyetle kullanılmış bu yüzden de skolastik tandansta bakmadan düşün(ebil)enlerde "yine mi bağnazlık?" şüphesini harekete geçirmiştir. Haksız da değil bu algı; arkasında nice kötülük saklandığı için nankör ve fesatçı insan tarafından. Hâlbuki sadece kendini, özgürce ve bilinçli olarak (kibre saplanmadan) merkeze koymanın şartı; sadece 'en büyüğü' seçmek ve ondan başkasının önünde secde/biat etmemek, etmek zorunda kalmamayı seçmektir. Hoş, yukarıdaki zati ismi değiştirmek de kişinin tercihi pek tabii ki. Doğa ekber de diyebilirsin, insan(lık) ekber de, erdem ekber de. Ancak zannımca bunlar önünde sonunda subutidir ama olsun hepsi kabul yine de. Burası başka bir kanal deyip devam edelim.

Put aslında kal(akal)mak demektir. Özgürlüğünü teslim etmektir. İnsanı insan yapan empati, sevgi, özgürlük, vefa, şefkat, merhamet gibi duyguların manasal olarak azalıp saf ruhundaki doğru yer yerine mutluluk!/ikbal! adına yanlış yere ihtirasla, hırsla, şehvetle, hasetle, nefretle, öfkeyle harmanlanarak akması demektir çoklukla. Aslında bunun bir karşılığı da aşk. Çok kestirmece oldu gibi gelebilir. Haydi, hayatı (g)özleyelim beraber.

Kimimiz dogmalara âşık, kimimiz cinsi cinsimizi çeken bir sevgiliye, kimimiz çocuğuna, kimimiz anne ve/veya babasına; kısaca ailesine. Kimimiz işine, kimimiz mesleğine, kimimiz paraya, kimimiz güce/iktidara, kimimiz sekse, kimimiz şöhrete/tanınmaya. Kimimiz kendi rahatına, rahat hayata ya da, kimimiz kendi (düşünceleri)ne, kendi heva ve hevesimize, ille de/aralıksız mutluluğa. Kimimiz içkiye, kimimiz ilaca, kimimiz spora. Kimimiz sorgulan(ma)maya, kimimiz sorgulamaya. Kimimiz anlat(ma)maya. Kimimiz ise bizzat aşkın kendisine. İşte bu yer, kaybedeceğinden korktuğu, inancının/güveninin kalmadığı/kalmayacağını hissettiğinde ödünler vermeye başladığı, (kendine bile) yalanlar söyle(yebil)diği/hissettiği yerdir yani.

Özgürlüğünü alan şey, kişinin efendisi olmuştur/olacaktır. (Bazen) sen vermek istemediğin halde alıyorsa yani. Bu da şuradan anlaşılabilir; eğer herhangi bir kesitte, verdiğinin bir çeşit ödün olduğunu hissetmişsen (ki gerçeği kendinde gizli) bir duygu ile; efendine teslim olmuşsun ve bunu anda da olsa fark etmişsin demektir... Bunun farkındalığı da aslında şöyle açığa çıkar olur genelde: Bir dost sohbetinde olabilir mesela. Yastıkta uykuya geçmek üzereyken olur. İçkiliyken (sarhoş değil demdeyken) olur. Bedensel, zihinsel faaliyetlerden ziyade deruni (ve dahi zor) sor(g)ularla olur. Kalabalıkların, çoklukların gerçek 'çokluk' olmadığını anladığında olur. Her koşulda metafizik bir gerilimle olur ama! Yani kişi kendiyle, ruhuyla baş başa kaldığında olur. Yüzleştiğinde olur yani; güncel tabiri ile. Ancak unutulmaması gereken yer, tüm bu etkileşimlerde özne de kendisi insanın yüklem de. Bir de oluşun miktarı ana ve/veya kişiye göre değişir. Fakat mutlak surette olmuştur/olur/olacaktır.

Kendi kendine, bilerek isteyerek, taammüden, hiçbir surette zorlama olmadan verdiklerine, ödün demediği/demeyeceği anı hissetmek ise sadece sevgiyle olabilir. Sevgi yolu; insanı insan yapan, kâmil yapan bağımlılık değil bağlılık yoludur. 'Tarafsızca' ama 'tarafımca'dır.
Günümüzde çoktan ispatlanmış olan; en katı maddenin bile elektron/atom vs. mertebesinde ayrık ama aynı utkuda (mesafeye rağmen) birleşmiş eşler/denkler/hemhaller’in ahengi şeklindedir maddeyi/algılanabiliri oluşturan. Yapıyı sağlam yapan illaki kendisinin aynısı ya da hegemonyasındaki parçası ile birlikteliği değil, çoklukla diğeri farklı bir yükte olsa da onda çekmeye değer/onu çekmeye değer bir yük olduğunun ayırdında olarak birlikte olmaktır. Hem kapsa(n)mak hem de özgürce kendini ifade etme(sine izin verme)ktir. Bir yandan elif gibiyken hemdem senkronik vav olabilmekten geçer yani.

Bu ahenkten yoksun her yapı (iş, ev, aşk, aile, arkadaşlık, dostluk, aidiyet vs vs vs) er ya da geç yıkılacaktır/mutsuzluk kaynağı olacaktır. Yahut zaten yıkıktır da farkında olmamayı seçerek uyumaya devam ediyordur insan. Mesele, tek başına inert/kararlı olmakla beraber bütünler olabilmeyi sağlayan bağ(lılık) enerjisi ile mümkündür. İşte o bağ(layıcı) enerji denilen şey de saf sevgidir. Hatta hataları(nı) bilerek (kendini) sevmek/affetmektir.

Aşk ise (sadece ilk tetik anı) olmak zorundadır. Yani zinhar reddedilemez. Yoksa uzay boşluğunda kalakalırız. İlk tetik anından sonra kulaç atmak, emek vermek gerekir yani. Aşk buji ise, marşa basmaksa, sevgi de (nükleer) yakıttır, gaza basmaktır bir başka deyişle. Şöyle bir örnekle destekleyebiliriz belki. Bir şehir, sınırlarının tamamıyla bir yapıysa; aşk onun ilçeleri, insanların yaşadığının hissedildiği yerler... sevgi ise mücavir alanı, doğa(sı)dır. Doğası az, yapılaşması fazla olan şehirlerin yaşanılma isteği katsayısına bakarsanız göreceksiniz fazla aşkın/putlaştırmanın olası zararlarını. Doğada kaybolacak kadar salt mücavir alanı seçmek ise uçtur diğer taraftan hayat denen güzelliği; insanı, hayvanı ve doğası ile ahenkli/ahenkle yaşamayı seçen ruhlar için. Fazla aşk az sevgi değil, çoklukla sevgi ama mutlaka kararında aşk gerekli bir medeni/yaşan(ıl)ası şehir olmak için. Hangi tür bir şehirde yaşamayı seçmek ise bir karar/seçimdir. Hep söylediğim gibi her seçim saygıyı hakkeder; ister aynı düşün, ister tersini.

BURAYA KADAR OKUDUYSAN, BU FİLMİ SEYRET! METAFORLARA (UZAYLILAR FENOMENİYLE ANLATILANLARA) TAKILMAZSAN GERÇEĞİN TAM DA DİBİ BİR FİLM. (http://www.imdb.com/title/tt0096256/)

Sevgiyle 19


✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

BİR KOMİK HİKAYE (AH TÜRKÇE!)



Ruh ikizime değemesem de fiziki veya içtimai ikizime değdim sanırım bugün.
Canparem kızım ile birlikte bir klasiğimiz haline gelen voleybol saatlerimizi gerçekleştirdikten sonra Caddebostan'dan taksiye bindik. İstikamet icabı "Acıbadem" dedim ve daha iki saniye bile geçmeden taksici suratında kocaman bir gülümseme ve şaşkınlık ile dikiz aynasından aralıksız bakmakta olduğu halde kontak anahtarını çevirdi. Hangisi önce oldu hatırlamıyorum ama arkaya dönüp baktı dikiz aynasından bakmak yetmemişçesine ve konuşmaya başladı.

"Ağabey, siz sabah saatlerinde de yine bana bindiniz mi?"

Hoppalaa! Soru sorulur da böyle de sorulmaz ki. Aklıma ilk gelen kelime özür dilerim ama "hönk!" idi. Çünkü Türkçe'nin inanılmaz kıvrak eşsesli yapısı yüzünden midir, yoksa uzatmadan ifade etmek gerekirse fırlamalık genininden midir bilmiyorum ama belden aşağı bir cevapla mukabele edip etmemek arasında kalakaldım. İçimden verme ihtimalim olan ancak vermediğim münasip cevapla ortak kelimesi sadece 'hayır' olan cevaba güldüm. Pek tabii ki cevabım "hayır, bugün ilk defa taksiye biniyoruz" şeklinde oldu. Adam kafasını sağa sola sallarken son bir ümitle bir kez daha sordu ama cevap aynıydı.

Anlatmaya başladı devamında ve her bir cümlesi ile ileri giderken benim ilgim de doğru orantılı olarak artmaktaydı. Öncesinde ona binen (taksisine binen 😊) kişinin tüm fiziksel özellikleri bana uyuyor olması kişinin benzeştirme yeteneğine bağlı bile olsa benzerlikler burada bitmiyordu. Giyilen kıyafetler, baba-kız binilmesi, aynı oturma düzeni, aynı ilk replikler, aynı jestler, artı eksi ikiyüz metrelik aynı biniş ve iniş destinasyonları benim de merakımı arttırdıkça arttırdı enikonu.

Adamcağızın her cümlede, benzerliği tarif ederken farklı bir boyuta geçmiş gibi duyularını sorgulaması ve bu kadar benzerlik karşısında "yok yok, bunlar oruçtan oluyor herhalde" demesi ise son cümlesi oldu.

Muhtemel son benzerliği de ekleyip kapıdan çıkıverdim.

"Hayırlı işler"

Sevgiyle 19


✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

HAYIRLI!?



Sempati değil empati. Biraz düşün. Yapabilirsen 'ikra' et. Oku yani. Hayatı oku. Hangi sebeple gönderildiğini düşün. Günlerce Hira'da mağarada tek başına/bir başına kalmış senin benim gibi sadece bir insan olanın saf ve duru vicdanından fışkıran isyanı anlamaya çalış. Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldü diye sor(ul)duğunda, bunca haksızlık, izansızlık, bencillik, hırs, ihtiras, kâfirlik (gerçeği örtme) ortadan kalkmadıkça, perdelerini açıp hayatın ta içinde tek başına bile olsan, patatese bile tapsan da vicdanının o acıtan sesini duy(ur)madıkça hiçbir Ramazan, hiçbir Cuma hayırlı değil. Kuru kuru aç kalma kurban olduğum.

Anlam(landırm)aya çalış. Terbiye et kendini. Ölüm/afet/kıyamet; hangi sonu, son kabul ediyorsan, o gelmeden önce sevginin anlamının/gücünün farkına var.

Eğil; tıpkı bir çocuğu sevmek için eğildiğin gibi.
7/24/365 kesintisiz.

Sevgiyle 19


✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

UÇAKLAR, HAVAALANLARI VE HAYATLAR

Uçaktaki neşeli halinden pek bir esinti kalmayan kadın, indikten sonra tıpkı birçok insan gibi tedirginlikle doluydu. Nereden gelmişse gelsin, arkasında ne bıraktığının yahut ne yaşamışsa yaşasın artık önemi yoktu sanki. Tedirginlik artık had safhaya gelmiş bir an önce evine; ilkel benlikteki mağarasına gitmek istiyordu. Anlar dolusu güzelliğinin, güneş gibi parlamasının, sonsuz gökyüzünün sonsuzluğunun bir parçası olmanın yani ruhunu hissetmenin, önemi kalmamıştı artık. Çünkü uçak görece sağlam gerçekliğe tekerlekleri üzerinde de olsa inmişti. Halbuki hala ayaklar yere basmıyordu ama o bunun farkında değildi, ya da farkında olmak ne demek bunun farkında değildi. An itibariyle kah kıvraklaştıran, kah ruhu okşayan muhabbetin görece sonu gelmişti.

Bagajlarını beklemeye bile tahammülü yoktu, yani o derece. Ancak onca telaşesine ve gerginliğine rağmen şuurlu mu yoksa şuursuzca mı olduğu pek anlaşılamayan bir hareketle ruj sürmeye başladı dolgun ama solgun dudaklarına uluorta; kimsenin ona bakıp bakmamasını iplemeden, (g)özlendiğinin ayırdında bile olmadan. Belli bir süre önce hissettiği güzelliğini kaybettiğini düşünmüş olacak ki ruj ile fark edilir olmayı hayal etti sanırım. “Fark edilir olmak” ne demek; bu biraz ince çizgi sanırım. Kadın olsaydım tam bilirdim herhalde sebebini. Ya da tıpkı onlar gibi öyle de böyle de bilemem. Hep dediğim üzere bilir olduğumuzu sanmak ancak bileyazmaktır. Gerçeği kendinde gizli.

Havaalanları, inilen uçaklar bir an önce kaçılması gereken yerler galiba. İnsanlar bir şeylerden kaçarlarken Freud'yen tavırlar sergiliyorlar. Bıçak sırtı bir farkındalık anı mıdır; nefsin bir daha nefese dönemeyecekmiş gibi hissettiren ölümle kol kola yürüme yüzleşmesi midir, bilmiyorum. Belki de ilkel bir yakalanma korkusu mudur bu; sahip olduklarının ve/veya yaşadıklarının bir utançmışçasına algısı yüzünden? Yoksa tıpkı 'O'nun dediği gibi "insan nankör, unutkan ve inkarcıdır"ın sonucu mu acaba? Yani ‘bunu zaten tükettim, öyle ya da böyle geçti işte. Daha, daha, daha’ diyerek devamına bakalım düşüncesi midir? Bilemeyiz. Belki bileyazarız.

Başta insan olmak üzere tüm canlıların varlık sorgusu ya da hayati risk altında hissettiği anlarda iki türlü davrandıkları tespit edilmiş. Yani nefs'inin nef(e)ssiz kalacağını düşündüğü anlarda. Biri kaçmak, diğeri de savaşmak. Varlığını sürdürdüğü sürece hangi türlü davrandığı eleştirilemez. Ne savaşanın kaçanı, ne de kaçanın savaşanı yargılama hakkı yok. Çünkü her şey yüzde elli ellidir hayatta. Ya var, ya yok. Ya ölü, ya canlı. Ya seviyor ve (g)özlüyorsundur hayatı ve dahi bunun için savaşıyorsundur. Ya da (g)özlemeye değer (g)örmüyor ve arkana bakmadan hoyratça kaçıyorsundur. Bu ikisi arasındaki kesişme kümesi elemanı ise tıpkı makasın ortasındaki perçin gibi sapasağlam duran tek bir haldir: Yani kabul ve seçim anı. Tıpatıp olmasa da tipik olan bir şey bu. Ya paralel kalacaksın ya da sadece bir anda değip uzaklaşacaksın. Gayrısı detay.

Sevgiyle 19

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

BİR GARİP HİKAYE



Zamandan azade, bir gün, bir an;
Sonsuz döngünün sonsuz olmadığı zannedilen amma bir o kadar da sonsuz hissedilen bir anında
Bir kuzu diğer kuzuya;
"Tılsımlı bir şey bu!" dedi.
"Anla(ya)mayacakları yer de tam burası" diye mukabele etti diğeri.
"Anlanması gerekiyor mu ille de?" diye beyan etti beriki ümitvar şekilde bilip bilmeden olduğunu/olacağını (u)mutun.
"Bilmem" dedi bu yanki. "Gerçekten bilmiyorum. Anlamasalar bile anlayayazmaları beni ben yapan; yoksa ben benlikten çıkıyorum"
Öte yanki ise reverans yaparken eş zamanlı; bütünledi akan kelimeleri ikisi adına:
"Ne anlatmak zorundayız, ne de anlamakla yükümlüler efendiliklerinden çıktıklarında" dedi ve bir nefes ya da yutkunma mesafesinden sonra uladı kelimeleri ardı ardına ve dahi bastıra bastıra;

"Mesele, senin ne anladığın ve ne hissettiğindir. Çünkü aslolan sensin. Merkez de sensin, menzil de. Membaa da seninle, mansap da"

Sevgiyle 19


✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

ÇOCUKLAR

Ah şu çocuklar! Hayatın nasıl olduğuna, olacağına dair o kadar çok hikâyeleri var ki...Her şeyden önce hayalleri var; yetmez mi? Hayal edebiliyorlar. Küçük şeylerden mutlu olabiliyorlar. Korkusuz olabiliyorlar. Mutlak sevgi ile dolular yani. Yaşadıkları, öğretilenler bu yollarında irili ufaklı duvarlar dikmediği sürece bu duygularla dolular. İşin ilginç tarafı, uygun dille anlatırsan o duvarları bir anda umursamaz olabiliyorlar; fıtratlarındaki özgürlük ve kabuklaşmamış sağduyuları ile. Hoş, her ne kadar zor olsa da bunu onların mihmandarlarına da anlatabilmek lazım.
Gıdıklanmayı çok seviyorlar bir kere. Yani gülmeyi, gülebilmeyi, dokun(ul)mayı, dokunabilmeyi hayatlarının merkezi haline getirebiliyorlar an 'da kalmayı en çok becerebilen bu şapşallar. Hani dünyayı maddeten bir tarafına koy, diğer tarafına da kana kana gülebilmeyi; en şımarık olanı bile böylesi gülebilmeyi özgürce seçecektir. O an seç(e)mese bile böylesi keyif alan bir başka çocuğu gördüğünde mutlaka keyif dalgasında olmayı onulmaz bir istekle arzulayacaktır.

(Birlikte) resim yapmayı seviyorlar bir de. Tek başına resim yapmak keyif verse de eşzamanlı olarak ister aynı kağıda isterse farklısına; paylaşma enerjisiyle resim yaptıklarındaki mimikleri psikolojiye giriş dersi gibi. Resim yapma isteğinin büyüdükçe kaybolması, hayal gücünün katı dünya gerçeklerine! yenilmesini sembolize ediyor zannımca. 'Resimde doğru olmaz' ın yerini/yerine 'eğri olmuş, yamuk olmuş, yanlış olmuş' tepkileri ve 'daha' denen şeytanın ayak izi kıvamındaki kıyas girdikçe bu yetenek kaybolacak ne yazık ki...

Saklambacı/saklama oyunlarını seviyorlar bir de haylice. Daha çok saklanmayı seviyorlar aslında. Beceremeseler de bu minicik yaşlarında sakla(n)mayı; hoşgörün ölçüsünde eğlenceli oluyor an'lar. Zaten onlar bu konuda mahir oldukça büyüye büyüye; ne kendileri eskisi gibi zevk alıyorlar ne de oyun eşlerine veriyorlar.
 
Tüm bunlardan sonra bir çocukla keyif yaşarken; haylisi onun olmasından rahatsız olmadan, annesinin/babasının çoklukla teşekkür dolu "sana verelim istersen" cinası ile karşılaştığında "gerek yok ki, tüm çocuklar benim bu şekilde zaten" der ve hayata gülmeye devam edersin.

Sevgiyle 19


✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

HAYAT VE RAKAMLAR

Hayat rakamlarla (g)izli. Görmesini bilene aşikâr. (G)özlersen görür olursun. "O"nun iletişime geçme şeklidir çoğu zaman. Ancak sadece rakamların yeteceğini sanırsan hayalperest olmaktan öteye gidemezsin; tarih boyu hayatı (g)özlediğini sananlar gibi. Rakamların hikayesi 1 ile başlar, 9 ile biter aslında. Gayrısı tekrardan öte değildir.
Her hikayenin tamamı ise tıpkı 19 gibi kişiye özeldir. Bölünmez bir bütündür. Asaldır yani. Her yaşa(n)m(ışlık) özeldir kıyastan azade. Olabileceği en büyük değere ulaştığı anda biter. Mesele ise, bittiğinde nerede olduğundadır. Faydada mı, yoksa zararda mı? Diğer bir deyişle gülüşte mi yoksa gözyaşında mı? Aslında herkes bilir ki "O"nun rakamları sonsuzdur. Sonsuz ihtişamı ve fırsatları ile devam etti/ediyor/edecek karanlık zannedilen hâk yaratılmış hayat.
Rakamlar yalan söylemez ama yalancıların rakam söylemişliği çoktur. O yüzden gerçek olmadıkça hiçbir rakamın hükmü yoktur. İspat edilebilir, arkasında durulabilir olmadıktan sonra her rakam basit birer sembol olmaktan öte değildir; yerinde/zamanında olmadıkça. Rakam olarak kaldıkça; tıpkı mükemmelliğin sembolü çemberin çevresinin en büyük kirişi, yarıçapına bölünmesinden çıkan Pi'nin sonsuz sarmalında her rakamın kaybolacağı gibi. Anlam(landırm)adıkça öylece kalakalmaya devam edecektir.

Sevgiyle 19


(Not: Fotoğraf alıntıdır.)


✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

KALEME KAĞIT, KAĞIDA KALEM GEREK



 Ama.....(bu kelime bir önceyi siler demiştim defalarca). Evet doğru, siliyor. Tıpkı kağıda yazılan yazının silgiyle silinmesi gibi. Siliyor, ancak izini kaldır(a)madan. Dışarıdan bir etki (silgi) olmasa kağıt kaleme aşık, kalem kağıda meftun kalır fıtratları/sebepleri gereği.
Mesele kağıda kalem, kaleme kağıt olmakta halbuki...
Kağıt yazılmak istedikçe kalem de yazmak...; sebeplerde birleşecekler, bahanelerde değil. Birbirleri için okunası bir hikaye/resim çıkacak, birbirlerine rağmen değil.
Kalem bilecek kalemliğini aşkla/sevgiyle yazacak yazmak istediklerini özgürce. Kağıt da yazdırmam diyecek kadar kibirli olmayacak. Fırsat verecek belki de öncesinde yazılmış satırlarına kâh büyük kâh küçük harflerle ve sonrasında silinen silinmeyen ne varsa hepsinin üzerinde yaz(ıl)maya. Belki de cennet resmi/hikayesi resmedilmiş olacak; öncekilere rağmen/sayesinde. Bilinemez ki...belki bileyazariz...
Kalem kalemliğin hakkını verirken, kağıt da kağıtlığın; birbirleri için yaratıldıklarının farkında ayırdında bütünlerini kucaklayacaklar.
Kağıt "ben" olacak kalem de "sen", yahut tersi... dediğine nice değmişlerin olduğunun kıymeti, değer katmaktan gayrı olmayacak. Ancak kalem de bilecek kağıdın yazdırdıkça temiz yeri kalmayacağını ve kağıt da bilecek kalemin de yazdıkça tükenecek olduğunu; hoyratça...
Sebeplerin sultanını dinlediğinde, duyduğunda ise ne kağıdın kağıtlığı önemli ne de kalemin kalemliği. Onlar birleşmekten, değmekten zevk alsınlar, huzur bulsunlar ve o ân'da kalarak ama saplanmayarak.
Ancak başlaya(bile)cek yeni hikayeler kalemle kağıt değdiğinde. Kalem kağıdı delmeyecek basınçla ille de yazacağım diye. Kağıt da cıvıklaşarak kaleme bulaşmayacak. Hem "ben" olacak yani, hem de "sen"... Çünkü bilinecek ancak "ben" ve "sen" hemdem varoldukça oluşturur/yaşatır "biz"i. Kalem kağıdın kendini göstermesine, kağıt da kalemin niyetine saygı duyacak hülâsa.
Okunası olan kağıttır, kalem işi bittiğinde kenarda olsa da. Artık kahraman ister kenarda olsun ister ortada; okunası hikayenin eşzamanlı iki kahramanı vardır. Biri kağıt diğeri kalem. Kağıt olmadan kalem, kalem olmadan kağıt sebepsiz kalmıştır. Her ne kadar okunası olmak için devam edecekse bu benzer birliktelik...

Sevgiyle 19

(Not: Fotoğraf alıntıdır.)

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

ÖLÜNÜN İÇİNDEN DİRİ, DİRİNİN İÇİNDEN DE ÖLÜ ÇIKABİLİR.



Hayat kendi ihtişamı ile öylesine güzel devam etmekte ve "O" sana oyle güzel işaretler vermekte ki. Şükrü bilirsen 'bilir' oluverirsin.

Paylaşmışlığın olduğu bir cana dokunursun. Özlemiştir seni. Elini yalarken; sanki der gibi " özledim seni, sevsene beni, özledim sevmelerini, okşasana kulağımın arkasını, gıdıklasana beni, özel hissettirsene beni..." Sen de özlemişsindir de farkında değilsindir onda ne kadar çok olduğunu. Fark edersin bir şekilde yanında olmasa da gülümseyiverirsin.

Bir dosta sırf o olduğu için minnetinin milyarda biri değerinde bir hediye verirsin. Ve onun gözünde öyle bir müteşekkirlik dolu kabul vardır ki kelimeler bile yetmez algıladığın mutluluğu anlatmaya. Onunla ettiğin yarım saatlik sohbet bile paha biçilmez oluverir. Belki de bir daha edemeyecek olduğunu hissetsen bile...

Özgürce yürürsün, koşarsın, bisiklete binersin.Suratına vuran rüzgar ferahlatır. Eşzamanlı olarak güneş, olanca ihtişamıyla ısıtır üşümüşlüklerini.
Çaresiz kalma(ma) refleksi ile dokunursun birkaç tanıdığına sadece "O"nun iznindeki rızkın için. Ummadığın şekilde geri dönüş yapar birileri. Şaşırtır seni. Çaba gösterir senin refahın için. Sesinden bile anlayıverir "ihtiyacım var sana"yı; 'çaba herşeydir, herşey çaba olmasa da' sözünü doğrularcasına.

Zevk aldığın, keyif aldığın şeye devam edersin olanca kabulünle, sakinliğinle. Olsun, o yerinde öyle diyerekten. Bakarsın ki bir anda rakının tadı başka olur. Kevser içer gibi olursun hiç tadını bilmesen de, cennetteymiş gibi çok hissetmiş olsan da.

En olmadık anda bir mesaj gelir uzaklardan, uzak zamanlardan. Değilmektir ilacı. Değerek değdirirsin kendine. Uçar gider sor(g)ular. Dinleyerek dinletirsin. Dinleterek dinlersin. Dindirirsiniz karşılıklı.

Uzun zamandır geçemediğin kendi kıraş bölümünü geçmen için seferber olur insanların. Onların maksadı yardımdır. Seninki "devam edeyim de başka bölümlerde neler var acaba? heyecanı, açgözlülüğüdür, fıtratının doğal sonucu. Alan razı, veren razıdır beklentisiz. Arz-talep, alış-veriş vs vs vs'dir.

Yanında, yamacında oturan 2 yaşında bir çocuğun süt dişleri ile gülümsemesidir. Bir anda ona karikatür çizerken bulursun kendini. O sana zaten değmiştir de; mesele sen ona değebilecek misin acaba?dadır. Hele de kız ise bir cilveleşir ki seninle; sorma gitsin. Notlarını yazdığın defterinin en orta yerine bir tırtıl çizer; sen o tırtılı ilizyona müsait gözlerinle bakarsan göremezsin. Empati ile bakabilirsen eğer rengarenk tırtılı görürsün, hatta görebildiğine şaşırmazsın bile. "Aman kalemi hoyratça sallamasın da zeval gelmesin"i düşünmeden edemezsin. Annesi ve babası bir yandan kıskanırken onun keyifli halini gördükçe yüzlerindeki tebessüme engel olamazlar. Sen de bu tebessümden bağımsız zaten farklı bir dille konuşmaktasındır o şapşal ile. Apansız bakarsın ki domino etkisi gibi tebessümler bir temaşaya dönüşür.

Bir anda bir müzisyenin içine doğan notalar gibi yazma isteğidir bazen. Yazdıkça yazasın gelir.
Hayat ölümle içiçedir. Tıpkı Meksika atasözündeki gibi; "bizi gömmeye çalışanlar, tohum olduğumuzu bilmiyorlardı"

Sevgiyle 19

(Not:fotoğraf alıntıdır.)

✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌