YAZ KOKAN BİR SİRKECİ (G)ÖZLEMİ

Bayram ertesi hayatın normal seyrine dönme eğilimine girdiği bir Cuma günü; haftanın yedi günü kadar hayırlı bir gün yani. Gölgede serinliklerin başladığı bir mevsim, sabahın erken saatleri. Sirkeci'nin o insanı tümüyle kapsayan dinamizmi içerisinde önceden kafama koyduğum ihtiyaçlarımı almak için yürüyorum. Koca bir organizmanın uyandığı gibi uyanıyor her yer. Dükkânların önü ıslak; belli ki dükkânlar henüz yıkanmış. Vitrinlerini kolaçan eden, kâh toz alan kâh eğrilikleri düzeltmeye odaklanmış dükkân sakinleri; dükkânın önünde ancak alıcı edasıyla duran birini görürlerse vücut dillerin değiştiriyorlar. İlk siftahın ihtimalini hissediyorlar besbelli; bu değişiklikle. Arkasından esnaflık içgüdüleri ile olası müşteri buyur ediliyor rızık kapısından içeri. Afyonu çoktan patlamış olanlar hâl hatır bile soruyor; varsa içinde esnaflığın bu en güzel yanı.

 
Bu arada yapabilirseniz fonda bu müzik çalsın derim 😊👌

Mahmutpaşa'nın çığırtkanları tenhalığı daha bozulmamış denecek kadar sakin sokağın başında tıpkı figüranlar kahvehanesinde aksiyonun başlamasını bekleyen figüranlar gibi toplu muhabbetteler. Konuşmalara kulak kabartmadığımdan konunun spor mu, siyaset mi yoksa bayram sonrası ilk işgününün nasıl geçeceğine dair sohbetteler mi bilemedim. (G)özlemlediğim enstantane ise oldukça farklı. Takkeli sakallı olanı da var, dövmeli sakallı olanı da. Suratından, giyiminden etnik kökeni hakkında nokta atışı ahkâm kesebileceğin de var, poker suratlı gibi sıfır izlenim vereni de. Barış içindeler bu aynı meslekten insanlar; rekabet ama adilce. Bir tezgâhın ardında değiller belki ama sokağın o başı bir nevi arasta olmuş gök kubbe altında onlar(l)a.

Zamanın farklı bir hızla aktığı buralarda bir hana girmen ile çıkman arasındaki zamanı ölçümleyemiyorsun; dakikaları yahut saatleri analitik olarak bilsen bile. Gerçek iki, evet gerçek iki dakikalığına girdiğin bir han seni sanki bir saat içeride kalmış hissi uyandırmaktan çekinmiyor canlıymış gibi. Tersi de mümkün pek tabii ki. Bir saat belki iki dakikaymış gibi geliyor; eğer içeride ilgini çeken yahut oyalayan şeyler varsa. Dışarı çıktığında kalabalığın enikonu arttığını görmek şaşırtıyor bu yüzden. Canlanman gerek artık. Rahvan rahvan gezinti zamanını geçtin. Hızlan bakalım. Yürümek zorundasın burada. Yürümezsen o dinamizm seni yutar gibi gelir. Arkadan yahut önünden gelmekte olan insan selinde bir anda dengeni yitirmen işten bile değildir. Nokta atışı bilmen gerekir neyin nerede olduğunu. Bu sayede o kalabalığın sancılı tarafını hissetmezsin. Hedefe kilitlenmelisin yani.

Alış-veriş bittiğinde ki bitiresin yoktur ancak görece gerçeklerle kabul edersin ve (g)özlemlerini (g)özden geçirirsin; bambaşka hikâyelerin kesişme noktası Büyük Postane'nin civarındaki dürümcüde sipariş ettiğin lezzetli kebabını beklerken.

Yanından kıvırcık upuzun kızıl saçlı bir afet-i devran geçer. O kızıl saçların altındaki yüzü merak edersin. Böylesine güzel bir vücuda bir o kadar güzel bir surat yakışır çünkü. İlavesi de; botokstan, makyajdan, mezoterapiden çok daha sonsuz güzellik katan muhteşem bir tebessüm. 'İyi ki görmedim' dersin milisaniyeler içinde. Görseydim hayalimden daha güzel olamayacağı aşikâr.

Soruları sorulabilir hale, cevapları da kaldırılabilir hale getiren geceler boyu alınan alkolün tesiri, proteinin ve bandıra bandıra alınan pul acının sayesinde aşılmış, gözlerin görmeye başlamıştır artık. Ancak alkolün vücut kimyanda bağladığı suyu serbest bırakması için hala yapman gerekenler olduğunu hissedersin; acının metabolizmanı hızlandırmasıyla. Az ileride bin bir çeşit cennet meyvesinin bahşettiği o cennetsi tadı alma zamanı gelmiştir. Burada kararsızlık olmaz, aç gözlülük hiç olmaz. Bir antioksidan, bir de C vitamini yeter. Nar ve greyfurt karışımı karardır bahis konusu mayanı rahatlatmak için. Daha birincisi masana, hak ettiği kutsamayı alacağı hedefine gelirken ikinciyi de istersin. Takdis gereklidir çünkü. Arınmanın kutsanması. Yahut kararların ötesi..

Hayli geveze bir kadın ile kulaklarının bir yerinde şalter olduğundan şüphelendiğin bir adam oturur yanına. Eşiyle bir mecali varmışçasına konuşmaktadır kadın neredeyse monolog gibi. Motor gibi mi deseydim, bilemedim. Bir anda garsona dil sürçmesinden olsa gerek 'meniyi alabilir miyim?' diye sorduğunda duyar olursun muhabbetlerini. Vah adamım vah! 'Cennet de cehennem de burada' mottosunun kanıtını bir kez daha görürsün. 'Yok, yok hiç o havada değilim. Ne kadına ne de adamcağıza empati yapamam bu kafayla her ne kadar dikkatimi çekseler de' dersin ve kalkarsın.

Az ötedeki en devrimci, en anlamlı, en içten, en huzur verici şarkıları çalan (gülmeyin ama) Kastamonu Pidecisi'nin/börekçinin dömi klasik ayaklı tahta masasına kurulursun. Muhteşem çayı eşliğinde otantik sokaktan geçmekte olan memleketin insanlarını izlemeye koyulursun. Nazım kadar olmasa da hikâyelerini merak etmeye başlarsın. Kafalarının üzerinde sanal bir konuşma balonu varmışçasına okumaya çalışırsın onları karikatür tadında yürüyüş hızlarına göre değişken; hepi topu on-on beş saniyelik değmişliklerinde.

Hababam Sınıfı'nın Damat Ferit'i hallerindeki Tarık Akan'ın saçlarının aynısı saçlı bir adam oturur karşı köşe masaya. Kıymalı pide ve çay eşliğinde beş on dakikalık varlığı kıymetlidir bu cılız ve yaşlı adamın. Çünkü rahmet isteyene dudak, baş, kalp, arkasından tekrar dudağa ve en nihayetinde gökyüzünün dingin mavisine uzanan bir selâm çaktırır her bakımdan güzel Damat Ferit'e. 'Gök mavi seninle olsun...'

Sarışın bir kadın yürümekte elinde dünyalar tatlısı bir çocukla. Belli telaşı var kadının. Alış veriş meraklısı. Çocuk ise oralı değil. Ânda olduğu belli; kafasının hemen üstündeki viktoryen mi yoksa gotik mi olduğu belli olmayan tarihi binanın kıvrımlarına meraklı meraklı bakmasından. Soğuk kepenklere, mekanik vitrinlere değil hayal gücünü besleyen el emeği göz nuru sanatsal figürlere bakıyor; daha doğrusu bakmaya çalışıyor, annesi çekiştirirken. Aslında, belli belirsiz o da annesini çekiştiriyor gibi; gücü yetmese de görebildiği güzelliği göstermek veya paylaşmak için.

"Burası yabancılara bile yabancı değil" diye seslenen garson görünümlü animatör, ardı ardına farklı dillerde ikişer üçer cümlelik buyurlarını temaşaya dönüştürüyor; milleti anlaşılmayan turistlerin yanında. Gogıl Tıransleyt işe almalı bu adamı bence. Yer parendelerini muhteşem yapan bir jimnastikçi gibi o dilden o dile ahenkle gidip geliyor o memleketlerin adamı gibi.

Apansız bir İstanbul hanımefendisi aksanı duyuyor ve bakıyorsun o yana. Söylenen cümlelerin sıradan cümleler olmasına rağmen o muhteşem aksan yok mu; on kat güzelleştiriyor insanı. Vurgular, esler, seste hissedilen noktalama işaretleri. '(G)özlemlere burada ara verme zamanıdır' diyor insan. Zirvede bırakalım; zırvada değil. Haydi, Kadıköy vapuru beni bekler. Martılar da, denizin üstündeki çay da...

Sevgiyle 19



✅ Bu içerik Kişisel Blog – Hayatı (G)özlemek tarafından hazırlanmıştır. Kullanmak ve/veya kopyalamak isterseniz serbestsiniz. Helaldir yani 😉👌

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yaparken:
1. Yaptığınız yorumun, mutlaka yazımla alakalı olmasına özen gösteriniz.
2. Yorumlarınızda yazım ve dil bilgisi kurallarına uymaya çalışın lütfen.
3. Konu ile ilgili olmayan sorularınız için İletişim sayfasını kullanınız.